Geçtiğimiz hafta 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı kutlandı. Türk milletinin esaret zincirlerini kırıp tüm dünyaya özgürlüğünü haykırdığı yıldır.  Türk milletinin bağımsızlık ateşini yaktığı gündür.19 Mayıs Türk milletinin şahlandığı gündür. 

İlk olarak 1926 yılında Samsun’da başlanan, kutlamalar 24 Mayıs 1935 yılında resmiyet kazanarak Atatürk Günü olarak kutlanmaya başlandı.  19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün onayı ile 1938 de kanunlaştı. 

Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından, 20 Ekim 1927 günü Cumhuriyet Halk Fırkası’nın II. Büyük Kongresi'nde, Nutuk adlı eserinde Türk gençliğine hitap etme amacıyla söylediği sonuç metnidir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün siyasi vasiyetnamesi niteliğinde olan gençliğe hitabeyi kendisi okurken çok etkilenmiş ve gözyaşlarını tutamamıştır. Atatürk'ün Nutuk'u, özellikle de Gençliğe Hitabe kısmını okurken çok duygulanması kamuoyunda ve özellikle gençler üzerinde büyük bir heyecan yaratmıştır. Maarif Vekaleti 26 Ekim 1927'de aldığı bir karar ile Gençliğe Hitabe’nin okullardaki bütün sınıflara asılmasına karar vermiştir. 13 Ocak 1928 tarihinde alınan bir kararla Türkiye Cumhuriyeti’nde ki ilk okul, ortaokul ve liselerde okunmaya başlanmıştır.     

“EY TÜRK GENÇLİĞİ!

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyet'ini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok nâ müsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir. 
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda, mevcuttur!”
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK 

Basına düşen bazı fotoğraflar ve sözler beni çok derinden üzdü. 23 Mayıs 2022’de Birleşik Arap Emirliği’nde yapılan görüşmede şanlı bayrağımızın toplantı salonuna konulmaması tek kelime ile Arap şovenizminin dışa vurumu ve Arap seviciliğinin son noktasından başka bir şey değildir. İnşallah bu resim yalan olsun. Tüm kalbimle bu resmin gerçek olmadığına inanmak istiyorum. Sayın Cumhurbaşkanımızın bu durumu fark etmemesini bir kenara bırakalım; yanında giden danışman adı altındaki zatlar bu durumu görmedi mi? Dışişleri Bakanlığı’nın görevlileri bu vaka yaşanırken Arap çöllerinde safari mi yapıyorlardı? Milli Savunma Bakanımız sayın Hulusi Akar hangi hayallere akıyordu ki bu vahim tabloda yer alabildi? 

13 Ocak 2010 tarihinde İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı’nın Büyükelçimiz Oğuz Çelikkol’a yaptığı hadsizlikten ne farkı var? Hatta daha ağır değil mi? Böyle bir duruma Türk milletini ve devletini nasıl düşürdünüz? Bu gafletin hesabı konunun muhataplarına soruldu mu? 
 
Bir de sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayip Erdoğan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Sudi Arabistan devletleriyle olan güncel ilişkilerimiz üzerine şunları söylemiş. “Nasıl aile içerisinde patırtı gürültü olduysa Sudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile de öyle durumlar yaşadık” demesini gerçekten anlamış değilim. 15 Temmuz ihanetinden itibaren geriye doğru gidelim. Bu Arapların bir değil binlerce ihanetini mi yazalım. Türk tarihinde Mehmetçik’in kanı ile yıkanan bu cânilerle aynı aileden olmak gibi bir durumu en azından ben asla ve asla kabul etmiyorum. 

Konu sadece ekonomik menfaatler ise Türk milleti birbirine yeter. Ne Şam’ın şekerine ne Arap’ın yüzüne ihtiyacımız yok.1960’lı yıllarda Kıbrıs da yaşayan Türklerin uğradığı soykırım ve çektikleri zulme dönük rahmetli İsmet İnönü’nün çok güzel bir sözü vardır.  “Kıbrıs'taki bu haksız durum devam eder, müttefikler bizi yalnız bırakır, NATO yanımızda olmaz, anlayışsızlık hüküm sürer, Türk azınlık ezilir, bu böyle devam ederse; günün birinde Batı'nın bu savunma sistemi yıkılır, yeni şartlarla yeni bir sistem ve dünya kurulur, Türkiye de bu yeni dünya içinde yerini bulur.”

Bugün Kuzey Irak başta olmak üzere Suriye’de Türkler katledilmeye devam edilirken; bölgede Mehmetçiklerimiz şehit edilirken dört bedevi deve çobanının hadsizliklerine denecek tek şey var. Yeni bir sistem ve dünya kurulur, Türkiye’de bu yeni dünyada yerini bulur ancak bu Araplar o dünyada olamazlar.