15 Haziran 1925’te Menemen’de doğan Attila İlhan, Mehmet Seyda’nın Edebiyat Dostları’nda da dediği gibi kendi döneminde doğan ya da yaşayan bütün çocuklar gibi tipik bir Cumhuriyet ailesinde doğmuştu. Babası bir savcı; annesi de kendi koşulları içinde kendisini geliştirmiş bir ev hanımıydı. Doğar doğmaz bir edebiyat çevresinin içine düştü. Çünkü babası, divan edebiyatının koyu bir hayranıydı. Eşinin karşısına geçip Nedim’den şarkılar okumaya bayılır, annesi de eşinin bu jestine biraz mahcup ama mutlulukla gülerdi. Öte yandan annesi elinden kitap düşürmeyen, okuyarak kendini geliştirmeye çalışan bir kadındı.

Eğitim hayatına İzmir’de başlar Attila İlhan, ama okulu hiç sevmez. Her fırsatta okuldan kaçar. Ancak bütün bunlara rağmen çok da başarılı bir öğrencidir ve bunun da nedeni ince zekası olsa gerek. İlk şiirini ilkokul 3. sınıfta yazar. İlkbahar’dır şiirin adı. Kimsenin dikkatini çekmez hatta kimse bilmez bu şiiri ve ortaokulun 3. Sınıfında Nazım Hikmet’le tanışır.

İlköğrenimini bu şekilde bitirdikten sonra İzmir Atatürk Lisesi’nde okumaya başlar. Bu dönemde okula katlanmasının tek sebebi okuldaki bir kızdır. Adı meçhuldür bu kızın ama lisenin bir kısmını en azından okuldan kaçmadan okumuştur Attila İlhan. Lise birinci sınıftayken meçhul kıza yazdığı bir şiirinde Nazım Hikmet’ten alıntı yapar ve yakalanır. Bu durum, okul yönetimi tarafından polise bildirilince Attila İlhan komünizm propogandası yaptığı gerekçesiyle tutuklanır. Bu tutuklama ardından okuldan uzaklaştırmayı da gerektirir. Bu dönemde ailesi onu kurtarabilmek için “akli dengesi yerinde değildir” raporu alır ve bir süre kendi deyimiyle tımarhaneye yatırılır. Ancak sonra evine dönebilir Attila İlhan.

Ne kadar büyük bir dramdır, 16 yaşındaki bir delikanlının belki de çocuğun, sadece arkadaşına şiir gönderdi diye bunları yaşaması... 16 yaşındaki iki gencin arasındaki masumane mektuplardır oysa bunlar. Attila İlhan, henüz başlamamıştır ideolojisini savunmaya.

“Onun yazarlığı, ya da yazarlığa yönelişi kendiliğinden olmuştur.” der Mehmet Seyda. 1941’de onun ilk şiiri Yeni Edebiyat dergisinde Balıkçı Türküleri yayımlanır.

Attila İlhan’ın hayatının büyük şanslarından biri babasının bir hukukçu olmasıdır herhalde. Çünkü Danıştay davaları sırasıyla açılmış ve 1944’te, yani 19 yaşında bir gençken Attila İlhan’ın okuma hakkı geri alınmış, derhal İstanbul’a gidilmiş ve orada Işık Lisesi’ne kaydı yapılmıştır.

Lisede amcasının yanında hayatını geçirir. Onunla yazdığı şiirlerden ve yavaş yavaş oturmaya başlayan ideolojisinden konuşur. Amcasının da fikirleri ondan pek uzak değildir ve amca yeğen birbirleri için birer bilgi ışığı olurlar. İdeolojilerini bir yandan savunup bir yandan yaymaya çalışırlar.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin her sene düzenlenen bir şiir yarışması vardır. Attila İlhan’ın amcası onun “Cebbaroğlu Mehemmed” adlı şiirini yeğeninden habersiz yarışmaya gönderir ve şiir ikinci olur. Üstelik o yarışmada dönemin en meşhur şairleri de vardır. Attila İlhan bunu şu sözlerle anlatır:

“Bu da bütün sanatçı takımının daha başlangıçta bana düşman kesilmesine yetti. Lise son sınıfta bir p*ç kurusu, Cahit Sıtkı ile Fazıl Hüsnü arasında bir yere giriveriyordu; hiç olacak şey miydi!”

1948’de kitapçılarda yeni bir isim olarak Attila İlhan görünür. İlk şiir kitabı Duvar yayımlanır. Ama nasıl? Duvar birçok yayınevine gönderilir. O yıllarda zaten çok yayınevi de yoktur. Var olan belli başlılara gönderir şiirlerini. Ancak hiçbir yayınevi kitabı yayımlamayı kabul etmez. Bunun üzerine Attila İlhan amcasından ve babasından destek alarak bir matbaaya gider ve kendi imkanlarıyla kitabı bastırır. Üstelik kitabın dağıtımını da bildiği kitapçılara kendisi yapar. İlk kitabı Duvar’ın önsözünde de şöyle der:

“Belki harbi etiyle kemiğiyle yaşamamış ama gazete, radyo ve sinema yoluyla bir yandan; fırında kaybolan ekmek, seferber edilmiş ordu, pasif korunma ve karartma yoluyla öbür yandan; onun sertliğini ve hainliğini etinde duymuş bir harp delikanlısının şiirleridir bunlar.”

Önsözünde geçen bu cümlelerle anlıyoruz ki kendisi artık her yönden ideolojisini savunacaktır. Şiirini de yazacaktır.

Attila İlhan’ın ilk şiirlerine bakacak olursanız Paris’i orada rahatlıkla görürsünüz. Ancak henüz kendisi Paris’i görmemiştir. 1949’da Attila İlhan ilk defa Paris’e gider ve amacı tutuklu bulunan Nazım Hikmet’i kurtarmak için yürütülen kampanyaya katılmaktır. Paris’te 1 yıl kalır. Bu sırada iyice Paris’i gözlemler. Paris’i tanır. Zaten Paris’i tarih derslerinde öğretilen Fransız Devrimi sayesinde sevmeye başlayan şair buraya gelip o özgür ve devrimci havayı soluyunca onun şiiri yeni bir hava kazanır.

1950’de Türkiye’ye döndükten sonra orada katıldığı yürüyüşlerden ve dönemin siyasi otoritelerini, Sansaryan Han’da yaşanan olayları açıkça eleştirdiği için polisle yıldızı pek barışmaz. Birkaç defa gözaltına alınır. 1951’de Gerçek gazetesinde yazdığı bir yazıdan dolayı polisle başı yeniden derde girince Paris’e gider. Bu ikinci gidişi onun Fransızcayı ve Marksizm’i öğrendiği yıllar olur. 50’li yıllar içinde Paris-İstanbul-İzmir üçgeninde yaşar. Yavaş yavaş adını hem sanatıyla hem de siyasi karakteriyle duyurmaya başlar. 1952’de Türkiye’ye dönünce okuluna devam eder.

Bu yıllarda Türkiye’ye yayılmış olan Garip akımını “Bobstil ve alafranga” olarak adlandırır ve tamamen karşısında yer alır.

1953’te onun ilk romanı olan Sokaktaki Adam yayımlanır. Oysaki yazarın bundan önce yazılmış ve hazırda bulunan romanları da mevcuttur ama o yayımlamaz bunları. Bunu da şöyle açıklar:

“Birçok roman yazdım daha önceden. Ama neden yayınlamadım? Çok akıllıca bir sebebi vardı. Çünkü biliyorum ki yazarlar ilk romanlarında kendilerini anlatırlar. O da romancılık değildir. Günlük tutmaktır.”

Aynı sene gazeteciliğe başlar ve okulu bırakmak zorunda kalır. 1953 senesi aynı zamanda onu sinemacılığa da iten sene olur. Çünkü Vatan gazetesinde sinema üzerine yazılar yazmaya başlar. 

1954’te ise Sisler Bulvarı ve Yağmur Kaçağı adlı iki kitabını iki bölümden oluşan tek bir kitap olarak bastırmak ister. Ancak yayıncı bir şiir kitabının bu kadar uzun olmaması gerektiğini düşünerek kitabı ikiye ayırır. Attila İlhan’la yapılan bir röportajda “Tıpkı Duvar’da olduğu gibi neden kendi imkanlarınızla bastırmadınız kitabı?” sorusuna şöyle cevap verir:

“Duvar’ı kendi hesabıma yayımlamıştım, parasını bir türlü toplayamadım ki, bir ikinci şiir kitabı çıkarabileyim.”

Bunun üzerine 1954’te Sisler Bulvarı ve 1955’te Yağmur Kaçağı yayımlanır. Bu iki kitabın yayımlandığı dönemde Mavi dergisi etrafında birtakım gençlerle toplanarak Maviciler’i kurar. Garip’in bahsettiği şiirin açık olması gerektiği ilkesini reddeder. Bunun karşısına anlam kapalılığının şiiri düzyazıdan ayıran önemli bir faktör olduğu görüşünü ileri sürer. Hatta Garip ve İkinci Yeni yüzünden Türk şiirinin geleneksel sesini yitirip bir çeviri şiir kılığına büründüğünü söyler. Üstelik bunu yaparken de toplumcu olduklarını savundukları için onlara daha da hiddetlenir. Oysa toplumcu olan Attila İlhan’dır. Tozan Alkan bir yazısında bu dönemin şairleri arasında “Bir Nazım’a toz kondurmaz Attila İlhan.” der. Aynı yazısının konuyla ilgili kısmını da şöyle sonlandırır:

“Attila İlhan’a göre Birinci Yeni (Garip) şiiri İnönü iktası’nın şiiridir, İkinci Yeni ise Menderes iktası’nın. Ayrıca Garip akımı gerçeküstücülükle dadacılığın, İkinci Yeni varoluşçulukla lettrisme’in, toplumcu gerçekçilik ise sosyalist gerçekçiliğin taklitleridir.”

1957’de ikinci romanı olan Zenciler Birbirine Benzemez yayımlanır. Bu romanında Attila İlhan’ın deyişiyle “Cumhuriyet kuşaklarının yanlış Batılılaşmasının, topluma yabancılaşmasının tartışması yapılmaktadır.” konusu işlenir. İlk deneme anı tarzındaki kitabı Abbas Yolcu da bu dönemde yayımlanır. Aynı sene Erzincan’a askerlik görevini yapmak için gider. Askerliğin ardından İstanbul’a döner ve sinemacılıkla ilgilenmeye başlar. Zaten sinema üzerine yazmaya başlamıştır. Şimdi bir de senaryolar kaleme alır Ali Kaptanoğlu takma adıyla. Üstelik onun senaryoları hepimizin de bildiği Yeşilçam’ın klasikleri arasına girmiş filmlerdir. Şöför Nebahat, Yalnızlar Rıhtımı, Ver Elini İstanbul...

1960’ta Ben Sana Mecburum yayımlanır ve yeniden Paris’e gider. Paris’te olduğu dönemde Anette isimli bir Fransız bayana âşık olur. Hatta bazı şiirlerinde Anette’ye de yer verir. Babasının ölüm haberini alınca hemen yola çıkar ve hayatının İzmir dönemi başlamış olur. 8 yıl boyunca İzmir’de kalır.

1970’te ilk deneme kitabı olan “Hangi Sol?”, 1972’de aynı tarzda yazılan Hangi Batı yayımlanır. Hayatının sekiz yılını geçirdiği İzmir’den 1973’te Ankara’ya taşınırlar çünkü Bilgi Yayınevi’nden iş teklifi almıştır. Artık yayınevinin danışmanıdır. Üstelik siyasi kimliğinden dolayı onunla çalışmak istemeyen yayınevlerine de artık ihtiyacı kalmamıştır.

Bu iş ona kitaplarını da kolaylıkla yayımlama imkânı sağlar. “Tutuklunun Günlüğü” yayımlanır. Aynı yıl Bıçağın Ucu ’nu Ankara’da yazar ve yayımlar.

1974’te Sırtlan Payı adlı romanı yayımlanır. Bu romanın konusunu kendisi şu şekilde belirtir: “Seferberlik kuşağı diyebileceğimiz aksiyon adamlarının tutumu ve kaderi tartışılmıştır.”

1981’de “Der Saadet’te Sabah Ezanları” adlı romanı yayımlandı. Gürsel Aytaç bu romanla ilgili düşüncelerini şöyle ifade eder:

“Kemal Tahir’in evlet Ana’sından sonra çağdaş Türk edebiyatının ikinci büyük tarihi romanıdır.”

1983’te eşi Biket Hanım’dan ayrılır. 1985’te Sağım ise ani bir kalp krizi geçirerek sevenlerini üzer. Neyse ki tedavi sonucunda hayatına devam eder.

1986 yılında onu sadece gazete yazılarında görürüz. Ancak 1987’ye geldiğimizde son şiir kitabı olan Korkunun Krallığı yayımlanır. Milliyet’teki işinden ayrılır.

1991’de “Hangi?” sorusunu sorarak yola çıktığı deneme serisine “Hangi Edebiyat?” adlı deneme kitabını ekler. 1996’da Meydan gazetesinden istifa eder ve Cumhuriyet gazetesine transfer olur. Cumhuriyet gazetesindeki yazı yaşamı hayatının sonuna kadar devam eder.

2001 yılında ara verdiği romancılığa geri döner ve Yengecin Kıskacı adlı romanını yayımlar. 2002’de Allah’ın Süngüleri: Reis Paşa adlı son romanı da yayımlanır. 2002’de yayımlanan son kitaplarının ardından kalp rahatsızlıklarından dolayı piyasadan biraz uzaklaşmak adı altında yayımcılıktan uzaklaşır ama Cumhuriyet’teki yazılarına devam eder.

11 Ekim 2005’te evinde aniden geçirdiği bir kalp krizi nedeniyle aramızdan ayrılır Attila İlhan...

“Görünmez bir mezarlıktır zaman şairler dolaşır saf saf tenhalarında şiir söyleyerek kim duysa / korkudan ölür -tahrip gücü yüksek- saatli bir bombadır patlar an gelir Attila İlhan ölür”