Yılmaz Güney, “Endişe” filmini çekerken cinayet suçundan tutuklanmış ve geri kalan sahnelerde Güney'in rolünü Erkan Yücel üstlenmişti. Yolları birçok kez kesişir Güney ve Yücel’n; ikisi de bulundukları her alanda hem sanatı, hem hayatı dönüştürmek için ağır bedeller ödeyerek büyük mücadeleler verdi. Acı bir tesadüfle ikisi de 9 Eylül’de aramızdan ayrıldı. Birer yıl arayla; Yılmaz Güney 9 Eylül 1984’de Paris’de sürgünde kansere yenik düştü. Erkan Yücel ise 9 Eylül 1985’de, Lorca’nın “Kanlı Düğün”ünden uyarlanan “Sevda” adlı filmin çekimleri için gittiği Kuşadası’nda, geçirdiği trafik kazasında yitirir yaşamını. 

1937 doğumlu olan usta aktör Yılmaz Güney, Türkiye sinemasında çığır açan yapımlara imza atarak kaleme aldığı 'Yol' adlı filmin senaryosuyla Cannes Film Festivali'nde altın Palmiye Ödülü kazandı. 110'u aşkın filme imza atan Yılmaz Güney, Umut, Arkadaş, Sürü, Baba gibi filmleriyle de Türkiye sinemasına adını altın harflerle yazdırdı. 

Gerçek adı Yılmaz Pütün olan Güney, 1937’de Kürt bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Adana ile bütünleşmiş çocukluğu açık hava sinema salonlarında sinemaya olan sevdasını büyütecekti. Bu beyaz perdenin gizeminden her çocuk gibi etkilenmişti. Hatta çocuk yaşta sinemalarda çalışmaya bile başlamıştı. Üniversite zamanı geldiğinde İstanbul’a giden Yılmaz Güney’in kaderini değiştireceği isim hiç kuşkusuz Atıf Yılmaz idi. Güney, hikâyelerinde ve senaryolarında başarılı olduğu kadar oyunculukta da kendisini ispatlarken Atıf Yılmaz ile ilk film çalışmalarına başlamıştı. Yılmaz Güney, sinemacı kimliğinin yanında siyasi yazılarıyla da dikkat çekmişti, dönemin ”On Üç” adlı edebiyat dergisine yazdığı ”Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri” öyküsü başına iş açmış, komünizm propagandası gerekçesiyle Atıf Yılmaz’ın yönetmenliğine oyunculuğuyla katkı sağladığı Tatlı Bela filminin setinden alınarak cezaevine gönderilmişti. Cezaevi süreci, sürgün yılları derken Yeşilçam’a tekrar dönmekte ısrar eden Yılmaz Güney için köşeler tutulmuştu. Ayhan Işık’lı dönemin sinemasında çirkin bir adama rol verecek yönetmenler yeşil ışık yakmamıştı. Nihayetinde Ferit Ceylan’ın kamera arkasına geçtiği İkisi de cesurdu (1963) filminde oyunculuğu kapmış, yine dönemin parlayan yıldızlarından Samim Meriç ile oyunculuğu paylaşarak filmi tamamlamıştı.

Yılmaz Güney kalemini konuştururken Türkiye sinemasında 1964-1966 yılları arasında çekilmiş birçok filmin senaryosunu yazmıştı. Fakat bu senaryolarda kendi ismini kullanmayıp, filmi çeken yönetmenlerin imzasını taşıdığını belirtmek gerekiyor. Yazdığı senaryolarla geçinmeye çalışan Güney, küçük firmalara filmler çekiyordu. Güney, Yeşilçam’da yükselmek istiyor fakat gittiği büyük çaplı film şirketlerinden çirkin olduğu iddiasıyla reddediliyordu. Hatta bir yapımcı Güney için, ”Bırak Allah aşkına, senin hiç işin yok mu? Bu suratla bu arkadaştan ancak kömürcü çırağı olur” sözünü dahi kullanmıştı. Yılmaz Güney, Agâh Özgüç’e; ”Hiç acele etme ağam, bir gün gelecek. Kim ne derse desin güneş her sabah aynı yerden doğmaz. İstedikleri kadar benim oynadıklarım filmleri İstanbul sinemalarında göstermesinler. Varsın, Beyoğlu sinemaları Yılmaz Güney’siz olsun. Şimdilik Anadolu sinemaları bana yetiyor ağam, yetiyor…’‘ sözünü ederek büyük şirketlere küstüğünü dile getirmişti. Tıpkı Güney’in de dediği gibi İstanbul olmasa da Anadolu’da Yılmaz Güney’in filmleri hayranlık uyandırırcasına izlenmekteydi. Özellikle Kürt oluşundan kaynaklı, mizacındaki mazlum ve bir o kadar da inatçı duruşu doğu coğrafyasında kendisini ispatlayacak unsurları taşımaktaydı. 1965 yılına gelindiğinde Yılmaz Güney, bir yıl içinde tam yirmi bir film çekerek rekor kırmıştı. Filmleri Anadolu’da el üstünde tutulurken İstanbul sinemalarında ise hala yasaklıydı. Bazı sinema salon sahipleri ise; ”Yılmaz Güney’in filmlerini koyduk mu insanlar salonu talan ediyor, koltukları kırıyor” siteminde bulunuyorlardı. 1965’te Duygu Sağıroğlu’nun şiir gibi çektiği ”Ben Öldükçe Yaşarım” filmiyle sonunda İstanbul sineması standartlarına uyabilen başarılı bir film çıkarılmış, Yılmaz Güney oyunculuğunu iyice konuşturabilmişti. Yine aynı yılda çevrilen ve başrolünü Fikret Hakan ile paylaştığı ”Korkusuzlar” filmi de İstanbul sinemalarında gösterilmişti. İstanbul’daki film yapımcıları, Anadolu’yu kasıp kavuran bu çirkin adamın yaptığı işler karşısında tedirgin hale düşecek, Anadolu’nun yarattığı Çirkin Kral dönemi Yeşilçam’ın kalbine oturacaktı. 

Umut…

1970 yılına gelindiğinde Türkiye sinemasında önemli bir yeri olan ”Umut” filmini Şerif Gören ile beraber çekerek sinema tarihimizde ”ilk epik sinema” örneğini de göstermiş oldu. Aynı yıllarda (1970’ler) uzun-metrajlarını Yunanistan’da gösteren T. Angelopoulos’un epik sinema denildiğinde akla gelen ilk yönetmen olduğunu da hatırlatmakta fayda var. Umut filminin başarısı Yılmaz Güney’i artık ikinci dönem politik filmlerine yöneltecek filmlerin habercisi gibiydi. Başrolünü paylaştığı Tuncel Kurtiz ile yakın dostluğunu da belirtmek gerekir ki Kurtiz, Güney’in birçok filminde vefalı bir şekilde çalışmış ve her defasında Güney’e olan dostluğunu dile getirmişti. Umut filmi Türkiye sineması için dönüm noktasıydı ve gelecek kuşaklara örnek olacak bir sinema dili geliştirilmişti. ”Umut” ikincisi düzenlenen Adana Altın Koza Film Festivalinde, 6 dalda ( en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi erkek oyuncu, en iyi senaryo, en iyi müzik, en iyi fotoğraf) ödüllerini toplayarak büyük bir başarıya imza atmıştı. Atını bir arabanın çarpmasıyla kaybeden Cabbar’ın tek geçim kaynağının artık yok olması, mazlum, ezilmiş bir karakterde vücut bulurken, tek umudunun meçhul bir definenin peşinden koşmak olan faytoncunun hikâyesini anlattığı filmde Güney, sınıf ayrımının altını doldurarak gösterdiği kadrajında, toplumsal gerçekçi konuların derinine inmeye başlamıştı bile.
Yılmaz Güney oynadığı filmlerde haksızlığa uğramış halktan insanları canlandırdı.  Bu tür filmlerde izleyici kendini buluyor, kendi yaşantısını izliyordu.  Böylece Güney yapımcılığını, yönetmenliğini, senaryo yazarlığını ve oyunculuğunu üstlendiği Seyit Han/Toprağın Gelini (1968) filmiyle ileride kendi adıyla anılacak olan film türünün, yani "Yılmaz Güney Sineması"nın ilk ürününü verdi.  Bu filmde sevdiği kıza kavuşmak için bütün kötüleri tek tek ortadan kaldıran, ama sonunda bilmeden sevgilisini de öldüren bir yalnız kahramanı canlandırıyordu.  Güney, sonraki Aç Kurtlar (1969), Umut (1970), Umutsuzlar (1971), Acı (1971), Ağıt (1971) gibi filmlerinde ülke gerçeklerine değinen ve ezilen insanı odak olarak alan bir anlatım geliştirdi.  Hayatı olanca gerçekliği içinde yansıtmaya çalışan bu sinema, bir yönüyle II  Dünya Savaşı sonrasında İtalya'da gelişen Yeni Gerçekçilik Akımının, bir yandan da geleneksel halk destanlarını hatırlatıyordu.  

Güney, Yücel ve Endişe…

Yılmaz Güney Endişe filmini çekecektir, Şerif Gören’in asistanlık yapacağı filmin senaryo çalışması için Ali Özgentürk’ü önceden bölgeye gönderir. Filmin çekimlerinin başladığı günlerde Adana’nın Yumurtalık ilçesinde çıkan bir tartışmada hâkim Sefa Mutlu’yu öldürdüğü gerekçesiyle (13 Eylül 1973) tutuklanır. Filmi Şerif Gören çeker. Yılmaz Güney’in oyuncu olarak görüntülendiği, kamyon üstündeki sahneleri filmin başında yer alır. Yılmaz Güney’in tutuklanıp hapse girmesinden sonra “Cevher” rolünü Erkan Yücel oynar. Erkan Yücel Endişe filmindeki unutulmaz oyunculuğuyla San Remo Film Festivali’nde ve Antalya Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu ödülü alır.

Erkan Yücel, "her yer bir sahne, herkes birer oyuncu" düsturuyla tiyatroyu Anadolu'nun köylerine kadar götüren, halkın ve yaşamın içindeki devrimci bir oyuncuydu. 

Tiyatroya önce Ankara Meydan Sahnesi'nde başladı. Sonra Ankara Sanat Tiyatrosu'yla yoluna devam etti. "Ayak Bacak Fabrikası", "Klimanjaroya Tek Başına Tırmanmak" ve "72. Koğuş" adlı oyunlar ile yurt çapında üne kavuştu. Ancak ideolojik farklılaşma nedeniyle buradan ayrılıp Devrimci Ankara Sanat Tiyatrosu'nu kurdu. Tiyatrosunu bir okula dönüştürdü ve pek çok tiyatrocu yetiştirdi.
Köylere kadar tiyatro götürdü!

1970'lerin politik yaşamını sahneye taşıdı. Anadolu'ya düzenlediği turnelerle köylere kadar tiyatro götürdü.

Bir yanda da sinema yaptı. 1974'te Yılmaz Güney'in "Endişe" adlı filminde rol aldı ve 1975'te "San Remo Film Şenliği"nde "En İyi Erkek Oyuncu Ödülü"nü aldı. Yönetmen Erden Kıral'ın sinemaya uyarladığı 1979 yapımı "Bereketli Topraklar Üzerinde" ve 1983 yapımı "Hakkâri’de Bir mevsim" adlı filmlerinde rol aldı. Ardından da Halit Refiğ'in TRT için çektiği "Yorgun Savaşçı" adlı filmi geldi.
Yücel, sergilediği "Hitler Rejiminin Korku ve Sefaleti" adlı oyun nedeniyle 12 Mart'ta sıkıyönetim tarafından 15 yıl ağır hapis cezasına mahkûm edildi.
12 Eylül 1980 darbesi sonrasında filmleri, oyunlarının yanı sıra sahneye çıkması da yasaklandı. Devrimci Ankara Sanat Tiyatrosu'nun ardından kurduğu Ankara Halk Tiyatrosu'nda tiyatroya devam etti.
Yılmaz Güney ve Erkan Yücel sinemanın ve tiyatronun iki yılmaz emekçisiydi ve halkın vicdanında yücelerek sonsuza dek yaşayacaklar…

Not: Türkiye'nin gelmiş geçmiş en önemli tiyatrocularından biri olan Erkan Yücel’i daha iyi tanımanız için sinema yazarı ve yönetmeni değerli ağabeyimiz Mesut Kara’nın “Şimdi Geçti Buradan” adlı belgeselini de linkten ücretsiz izleyebilirsiniz:

https://www.youtube.com/watch?v=rE7Wr-v32RE