Bizim toplumda “ölünün arkasından konuşulmaz”, daha doğrusu kötü konuşulmaz bu yazılı olmayan toplumsal bir kuraldır. Ataerkil toplum yapısı ve İslam buna izin vermez. Tehlikeli bir alandır ölünün arkasından konuşmak. Ama bu konuşma şekli elbette olumlu ise buna karşı bir duruş sergilenmez toplumda. Eğer bir ölünün ardından söz edilecekse methiyeler düzülmelidir. Her körü badem gözlü yapmak toplumsal bir ödev, toplumsal bir görevdir. “Ölünün arkasından konuşulmaz” içtihadı olumsuz konuşulacaksa bir dokunulmazlık halesi çevreler merhuma. Her ölen günahlarından arınır, her ölü cennete gider, yaptığı hatalar, günahlar, kötülükler, aptallıklar unutulur, pür-ü pak olur.

Geçtiğimiz günlerde Yeşilçam sinemasının efsanevi isimlerinden Cüneyt Arkın 85 yaşında tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi. Haydi, gelin tehlikeli sulara girip tüm kamuoyunun ve medyanın ağız birliği etmişçesine badem gözlü ilan ettiği Cüneyt Arkın’ı güzellemeler yapmadan ya da sosyal medya diliyle ifade edersek linç etmeden nesnel olarak değerlendirelim.  Ki ben bu yazıyı yazmaya niyetlenip de yazmadan önce Artı Gerçek’ten Sn. Murat Mıhçı benzer minvalde bir yazı yazdı. Murat Mıhçı söz konusu yazısında “Yazım yeni tartışmalara vesile olabilir, bilemiyorum. Kimseyi kırmak ya da üzmek değil amacım. Sadece bende bıraktığı duyguyu anlatmak istedim. Yazımı okuyanların empati yapmalarını istiyorum sadece. Ya siz Rum Hristiyan bir kadın olarak bu coğrafyada doğsaydınız?...” diyor. Evet, üstte de dediğim gibi bizim gibi doğu toplumlarında ölünün arkasından eleştirel bir şekilde konuşmak pek tasvip edilen bir şey değil. Öte yandan sosyal medyanın hayatımıza girmesinden “klavye delikanlısı” ya da “trol” olarak nitelendirilen bir kitle de kendisi gibi düşünmeyen insanlara itibar suikastı yapmaktan, linç etmekten kendini alamıyor. Ben yazımda tıpkı Murat Mıhçı gibi “sadece bende bıraktığı duyguyu anlatmak istiyorum”. Zira Cüneyt Arkın’a karşı kişisel bir husumetim ya da büyük bir hayranlığım bulunmuyor. Arkın’ın düşünce ve eylemlerini tarafsız, nesnel ve bilimsel bir ölçekte ele alarak eleştirmek üzere yola çıkıyorum.

Gerek sosyal medyada gerekse de konvansiyonel medyada Cüneyt Arkın’ın arkasından görüşlerini bildiren sol tandanslı isimler Arkın’ı över paylaşımlarda bulundular. Söz konusu isimler daha çok Cüneyt Arkın’ın “Vatandaş Rıza”, “Gurbet Kuşları”, “Öğretmen Kemal”, “Mağlup Edilemeyenler” ve Tarık Akan ile birlikte oynadığı sinemamızın en iyi işçi filmleri arasında yer alan “Maden” gibi filmlerini öne çıkararak güzellemeler yaptı. Öte yandan Arkın’ın, 1972’deki Altın Koza’da ödülünü reddederek, "O ödül Yılmaz'ın hakkıydı. Aklı başında herkes bunu bilirken, o ödül bana yakışır mıydı? Yakışmazdı" diyerek ödülü reddetmesi de anımsatılarak bu onurlu davranış ön plana çıkartıldı. Evet, tüm bunlar göz ardı edilemez ancak insanların hayatları boyunca yaptıkları bir ya da birkaç doğru maalesef diğer tüm yanlışlarını silmiyor.

Rahmetli oyuncu Cüneyt Arkın’ın filmografisine baktığımızda “çok özel” bir filmde oynadığını da görüyoruz; “Güneş Ne Zaman Doğacak?”

1978’de Kahramanmaraş’ta solcu-Alevi yurttaşlarımıza yönelik olarak gerçekleşen katliamın fitili, 19 Aralık’ta Çiçek Sineması’nın bombalanmasıyla ateşlenmişti. Sinemada gösterilmekte olan film “Güneş Ne Zaman Doğacak”tı. Cüneyt Arkın’ın Oya Aydoğan ile başrolünü paylaştığı bu film 1977 yapımı olmasına ve gösterimden kalkmış olmasına rağmen, 1978 sonlarında Maraş'ta gösterilmesine karar verilmiştir. 16 Aralık'ta Maraş'ın Boğazkesen, Kanlıdere, Uzunoluk ve Kale caddelerinin kesiştiği noktada yer alan ve PTT ile CHP binalarına yakın olduğu bilinen Çiçek Sineması'nda gösterilmeye başlanır. 19 Aralık Salı günü seans saat 20.00'de başlamıştır. Anti-komünist bir film olan "Güneş Ne Zaman Doğacak" filminin sonlarına doğru tesiri az bir patlama yaşanır. 30-40 kişilik Ülkücü Ocağına bağlı bir grup, bombanın solcular tarafından atıldığını öne sürmüş, sinema salonundan ayrılan öfkeli kalabalık "Müslüman Türkiye", "Milliyetçi Türkiye", "Başbuğ Türkeş", "Komünistler Moskova'ya" ve "Katil İktidar" olarak kayıtlara geçen bir dizi slogan eşliğinde yürüyüşe geçmiştir.

Maraş Katliamı'nın ateşlenen ilk fitili olarak değerlendirilen "Güneş Ne Zaman Doğacak" filminin oynatıldığı Çiçek Sinema Salonunda yaşanan bu hadisenin ardından, 21 Aralık'ta sol görüşlü Hacı ÇOLAK ve Mustafa YÜZBAŞIOĞLU isimli iki öğretmen silahlı saldırı sonucu öldürülmüş, öğretmenlerin 22 Aralık'ta kaldırılacak olan cenazesinde sağ ve sol gruplar arasında gerginlik yaşanmıştır. Alevilerin çoğunlukta yaşadığı mahallelere ve köylere tam 7 gün süren saldırılar düzenlenmiş ve önceden işaretlendiği bilinen çok sayıda ev tahrip edilmiş, resmi rakamlara göre 150 Alevi öldürülmüş, Alevilere ait 200'ün üzerinde ev yıkılmış, 100'ün üzerinde dükkân yağmalanmış ve tahrip edilmiştir. 23 yıl süren dava sonucunda 22 kişi idam edilmiş, 7 kişi müebbet hapis cezasına çarptırılmış, 321 kişi 1 ila 24 ay arası hapis cezasına çarptırılmış ve katliamda önemli rol oynadığı tahmin edilen 68 kişiye hiçbir zaman ulaşılamamıştı.

Peki, tarihimizdeki en kanlı katliamlardan biri olan onlarca Alevi yurttaşın katledildiği Maraş Katliamı’nın fitilini ateşleyen bu Anti-Komünist kaba propaganda filminde oynadığı için bir özeleştiri vermiş midir? Ya da haydi bunu da geçelim onlarca yıl o kadar gazetede, o kadar televizyonda yaptığı röportajlarda bu katliamdan dolayı üzgün olduğunu, bu katliamda kendisinin de az da olsa sorumlu olduğunu, özür dilediğini duydunuz mu, okudunuz mu? Hayır.

Yine keza rol aldığı Malkoçoğlu, Kara Murat, Battal Gazi gibi vurdulu kırdılı “tarihi” filmlerde ülkemizde zaten bir avuç kalmış Rum, Ermeni, Musevi azınlıkları hedef göstermesi, aşağılaması, küçük düşürmesine ne demeli? Bu filmlerde üzdüğü, kırdığı mahallemizde yaşayan, komşularımız “Tasula’dan, Sofi’den, Veta’dan, Elena’dan ve Papaz Yorgo”dan da özür dilediğini ve bu saçma sapan kara propaganda filmlerinde oynadığı için özeleştiri verdiğini de görmedik.

Cüneyt Arkın bir Yeşilçam yıldızıydı ancak Yeşilçam’ın yıllarca yaptığı gibi iyi-kötü film karakterleri stereotipi gibi ne hunharca kötü ne de melekler gibi saf ve iyiydi. Hayattaki gerçek kişiler gibi, hepimiz gibi iyi ve kötü yanları, eylemleri vardı. Bundan dolayı ne badem gözlü ilan etmeli ne de çimen yeşili gözlerini oymaya kalkmamalı. Ne var ki nesnel olarak eleştiri hakkımızı da saklı tutmalı. Murat Mıhçı’nın yazısında belirttiği gibi “Rahmetliyi nasıl bilirdiniz denildiğinde yanıtımız büyük oyuncuydu ama Rumları, Ermenileri, Musevileri” ve Maraş’ta Alevileri üzdü olacaktır. Keşke vefat ettiğinde değil de yaşarken tüm bu üzdüklerinden özür dileyip, helallik alabilseydi…