Pandemiyle birlikte daha önce üzerinde pek de durup düşünmediğimiz “sosyal mesafe” kavramı tüm görkemiyle hayatımıza yerleşti. Bu süreçte yaşadığımız birçok zorluğa rağmen pandeminin küresel boyutta yarattığı en önemli farkındalıklardan biri bana göre “sosyal mesafe.” Bu kavramla birlikte çocuklar bazı durumlarda başkalarıyla aralarına mesafe koymanın onları koruduğunu ve güvenli bir alanda tuttuğunu öğrendiler. Bugün sokakta bir çocuğu çevirip sorsanız size sosyal mesafenin ne olduğunu ve ne işe yaradığını dili döndüğünce anlatabilir. Hazır çocuklar “sosyal mesafe” kavramıyla ilgili bu kadar bilinçlenmişken krizi fırsata dönüştürmenin, yani kişisel alan farkındalığı ve mahremiyet bilinci oluşturmanın tam zamanı. 

Sosyal mesafe dediğimiz şey basit bir anlatımla kişisel alan farkındalığımızdır aslında. Avrupa ülkelerinde yaşayan insanlar arasında gözle görülür şekilde belirgindir. Örneğin, marketteki kasa sırasında arkanızdaki kişinin nefesini ensenizde hissetmezsiniz genelde. Bizim ülkemizde durum biraz daha farklı. Kişisel alanımız ya da mahremiyetimizin sınırları ailedeki yetişkinlerin anlayışına ve insafına kalmış durumda. Daha da ilginci, özellikle mahremiyet sözcüğünün toplumsal bilincimizde daha çok inançlar açısından ele alınmış farklı kriterleri var. 

Pandeminin hepimizi zorladığı ve eve kapattığı dönemlerde sosyal mesafe, hijyen ve maske kuralına sıkı sıkıya uyarak hava almaya çıktığım sitenin bahçesinde otururken ilginç deneyimler yaşadım. Ben yokmuşum gibi neredeyse bir karış yakınımdan sürekli bağırarak geçen, maske olmaksızın yakın mesafeden sohbet etmeye çalışan, bu konudaki hiçbir uyarıyı dikkate almayan ve hiçbir korunma tedbirine uymayan birçok çocuk ve hatta yetişkinle karşılaştım. O an benim için kişisel alanım çok kıymetliydi ama bunu önemseyen pek kimse yoktu. Toplumdaki kişisel alan farkındalığının bu kadar düşük seviyede olduğuna ilk kez o zaman şahit oldum. Bazı aileler hayati risk taşıyan böylesine olağanüstü bir dönemde bile yanlarında oynayan kendi çocuklarından rahatsız olup onlara uzakta oynamalarını telkin ediyor ve ağız birliği etmişçesine “çok bağırıyorsunuz, gidin az ötede oynayın!” diyorlardı. “Öte” dedikleri yer aslında bir başkasının kişisel alanıydı ve bunun farkında bile değildiler! Bu çocuklardan bazılarının tek istediği sohbet etmekti. Dizindeki, kolundaki yarayı göstermek, arkadaşıyla yaşadığı heyecan dolu bir olayı anlatmak, hatta bazıları öylece yanımda durmak istiyordu. Sanırım uzun bir aradan sonra sosyal yaşam içinde fark edilmek, konuşmak, iletişim kurmak, kendi hikayelerini paylaşmak hoşlarına gidiyordu. Aileleriyse kafa dinlemenin ya da diğerleriyle sohbet etmenin heyecanıyla onları uzaklaştırma telaşındaydı. Hepimiz insanız ve zaman zaman böyle anlara ihtiyaç duyarız. Özellikle pandemi döneminde insana hasret kaldık. Yine de söylemlerimizin içeriği çok önemli. Çocuklarımızla iletişimimizde kurduğumuz her cümle birer alt mesaj içeriyor ve bu mesaj çocuklarımızda hayata karşı bir bakış açısı geliştiriyor. “Git, az ötede oyna” söylemini bir düşünün. Bu söylemde çocuğa hangi mesajlar veriliyor? Sizi bilmem ama ben şu alt mesajları rahatlıkla okuyabiliyorum; sen gürültücü ve rahatsız edici bir çocuksun, seninle ilgilenmek istemiyorum, yakınımda olmanı istemiyorum, başkalarının alanında olmanı, onları rahatsız etmeni önemsemiyorum, çevreyi ve diğer insanları önemsemiyorum, toplu yaşayıştaki kuralları önemsemiyorum, yabancılarla konuşmanı tehlikeli bulmuyorum, vb. Çocuk için değersizlik hissiyle dolu, birlikte yaşadığımız insanlar için rahatsız edici, kötü niyetli insanlar içinse büyük fırsatlara gebe mesajlar birbiri ardına sıralanıyor. Peki, çocuk bu olumsuz alt mesajlarla kendisinin ve başkalarının kişisel alanı hakkında bir farkındalık geliştirebilir mi? Gözümüzün önünde olmaları gereken böyle kritik bir dönemde yanımızdan bu kadar uzaklaştırdığımız çocuklar bizim desteğimiz olmadan o alanı koruyabilirler mi? Ailelerin bu tür tutumlarıyla mahremiyet bilinci gelişebilir mi? Daha da önemlisi, kendi kişisel alanlarına izinsiz girenlere dur diyebilirler mi? Ailelerin bu tutumu çocukların yabancı kişilerle korumaları gereken duygusal ve sosyal mesafeleri sağlıklı şekilde oluşturmalarına yardım eder mi? Bana göre çocuk istismarının bu kadar gündemde olduğu ve hepimizi yasa boğan acı sonuçlar doğurduğu bir dönemde çocuklarda bu farkındalığı yaratmak önemli olduğu kadar gerekli de.  

“Farkındalık” tüm yaşam becerilerimiz için sihirli bir sözcük; karşılaştığımız her türlü zorluğun kapısını açabilecek bir master anahtar adeta. Bedeninin farkında olmak, duygu ve düşüncelerinin farkında olmak, kendisinin ve diğerlerinin farkında olmak, sosyal çevrenin avantajları ve dezavantajlarının farkında olmak, haklarının ve sorumluluklarının farkında olmak… Her biri çocukların sosyo-duygusal yaşantılarını doğru kurgulamaları için altın değerinde. Bir süre bizim desteğimiz ve yönlendirmelerimizle sonrasında kendi hayatlarının öznesi olarak, öz bilinçle…

Ailemizden ve sosyal çevremizden karşılamaya alışkın olduğumuz sevilme ve duygusal sarmalanma hepimizin doğal ihtiyacı. Bu konuyla ilgili olarak Alain de Button, “Aşk Üzerine” isimli kitabında, “her ilişki bir ihtiyaçtan doğar” diyor ve ekliyor; “Var oluşumuzu izleyen bir başkası olmadığı sürece ger¬çekte var olmadığımız doğrudur belki de. Söylediklerimizi anla-yacak biri olmadan doğru dürüst konuşamayız, yani meselenin özüne inecek olursak, sevilmiyorsak, tam anlamıyla yaşıyor olamayız.” 

Bu sözler çok düşündürücü… Sevgi her insanın temel ihtiyacı ve bunu ancak sosyal çevremiz aracılığıyla elde edebiliyoruz ve yine aynı sebepten bu insani ihtiyaç son derece istismara açık hale gelebiliyor. Yanıma gelen ve bana bir şeyler anlatmak isteyen çocukları bir düşünün. Bu kişi her zaman ben olmayabilirim, ya da siz. Kültürümüzün de etkisiyle çocuklarımız sevilmeye çok alışkın ama bir o kadar da korunmasızlar. Bilinçlenmek ve bu vesileyle çocuklarımızı da bilinçlendirmek her ihtiyacımızı doğru tanımlamamız ve öz şefkat duygumuzun gelişmesi açısından önemli. Öz şefkat duygusu gelişmiş insanlar dış kanallardan akacak sevgi ve ilgiye daha az ihtiyaç duyarlar. Bu nedenle duygusal ve sosyal tehlikelere karşı da daha az risk altındadırlar. Öz şefkati gelişmiş çocuklar yetiştirmekse tamamen bizim elimizde…