TBMM'de konuşan İstanbul Bağımsız Milletvekili Ahmet Şık, 2021 bütçesinin halk için değil, saray için yapıldığını belirterek, "Bu konuda çok fazla şey söylendi, o yüzden tekrara girmeyeceğim çünkü konuşulacak çok fazla mesele var. Bir çırpıda aklımıza gelenler mesela, milyonlarca insana 'zehirli haşerat' deyip itlaftan, temizlikten bahseden yüksek makam sahiplerini, öğrencilerine 'fahişe' diyen profesörlerin üniversitede olabilmesini, yargının kokuşmuşluğunun, yağma talan düzeninin ya da yoksulluğun yok sayılıp yolsuzluğun görünmemesi için kuru ekmek yemek zorunda kalanlara 'Aç değillermiş' diyebilenlerin bu çatı altında olmasını konuşmak gerektiğini düşünüyorum" dedi.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'yu sert sözlerle eleştiren Şık, şöyle dedi:

* Soykırıma kalkışanların, halkına zalimlik edenlerin, işkencecilerin ya da ekmek bulamayanlarla dalga geçenlerin sonunun ne olduğunu tarih bize anlatıyor. Yani asgari düzeyde tarih bilgisine sahip olmak bu türden cümleler kurulamayacağını bilmek için yeterli neden. Bütçe görüşmeleri boyunca Meclise, dolayısıyla halka hesap vermek için gelen memurların her türlü hakaretin eşliğinde, parmak sallayıp hiza vermeye çalıştığına tanık olduk. Onlardan biri de İçişleri Bakanıydı. Bakan Soylu hızını alamayıp bir de haysiyet dersi vermeye çalıştı. Uzatmadan söyleyelim, geçmişte hakaret ettiğine, menfaati için diz çöküp biat ettikten sonra teşekkürsüz cümle kuramayanlardan öğrenecek bir haysiyet dersine ihtiyacımız yok. 

ŞİLİ ÖRNEĞİNİ VERDİ

* İşkenceyi savunan, rasyonelleştirmeye çalışan Soylu’nun ağzından çıkan 'haysiyet' sözcüğünün bize anımsattığı Şili’ni faşist cunta iktidarı zamanındaki Haysiyet Kolonisi’dir. Bilmeyenler için 'Haysiyet Kolonisi' nedir, onu da anlatayım. Haysiyet Kolonisi başında Paul Schafer adında bir Nazi artığının bulunduğu sözde dinî bir komündü. 1973’teki askerî darbenin ardından, cuntanın faşist liderinin emriyle işkence merkezlerinden birine dönüştürüldü. Cunta karşıtları işkenceli sorgularda ya da toplu kıyımlarda kullanılacak kimyasal silahların gelişmesinde kobay olarak kullanılarak katlediliyorlardı. İsmiyle tezat bu işkence merkezi kör inanca sahip insanın haysiyetten yoksunlaştığında ne kadar kötüleşebileceğini bize gösteriyordu. Paul Schafer insanlık suçları nedeniyle yıllar sonra yakalanıp konulduğu hapishanede 2010 yılında öldü.

* Bu anımsatmayı yapmamın nedeni malum çünkü 'Kırın bacaklarını ben arkanızdayım' diyen, bu şekilde işkencecileri cesaretlendiren 'ama onlar milisti' diyerek, işkencecilerin cezasızlıkla ödüllendirileceğinin garantisini veren bir İçişleri Bakanı var. Varlığının siyasette söz sahibi kalmaya devam edebilmesinin iktidar koalisyonunun Kürt meselesindeki şeri tutumunun değişmemesine bağlı olduğunun bilinciyle hareket eden bir İçişleri Bakanı. Bu nedenle Servet Turgut’u öldüren, Osman Şiba’nın komaya girerek kurtulabildiği bir toplu linçi savunan bir Bakan kendisi. Van İl Jandarma Komutanlığındaki işkenceyi meşrulaştırmaya çalışmaktan geri durmayan bir Bakan. Suçun adını koymadan olayı doğruluyor, 'Ama onlar milisti' diyerek işkenceyi savunuyor. İnandırıcılığı yok ama yalan söylemediğini farz etsek bile şu sorular karşımıza çıkıyor: Size suçlu olduğuna kanaat getirdiğiniz insanları işkenceyle öldürme hakkını kim veriyor? Kime neye güveniyorsunuz? Hangi hukuka dayanarak bunu yapabiliyorsunuz? Sizi 'terörist' dediklerinizden farklı kılacak olan hukuka bağlılıktır çünkü devletten hukuku çıkardığınızda, elinizde kalanın adına devlet değil, çete denir. Devlet çeteleşince de işkence savunucuları bakan olur ama bilmelisiniz ki işkence insanlık suçudur ve zaman aşımı yoktur."