Akşener'in yazılı olarak yaptığı açıklama şu şekilde:

*Zor günler yaşıyoruz.  Pandemi nedeniyle verdiğimiz kayıplarımız azalsa da, maalesef hala sürüyor.  Tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de hem tedavi, hem de aşı süreci devam ediyor.

*50 milyon doz aşı için anlaşma yaptığını açıkladıktan 3 ay sonra,  İktidarın, ancak 3 milyon doz aşıyı temin edebilmiş olması,  vatandaşlarımızda haklı olarak hayal kırıklığı yaratmıştır.

AŞI ELEŞTİRİSİ

*Bu vesileyle iktidara, aşıyla ilgili olarak,  nasıl büyük bir sorumlulukla karşı karşıya olduğunu, bir kez daha hatırlatmak istiyorum.

*Vatandaşın gözü kulağı aşıyla ilgili yeni haberlerde.  İktidarın, bu hassasiyete karşılık vermesi şarttır.  Çünkü böyle dönemlerde, milletimizin devletine olan güveni çok önemlidir.  Aşının temini ve uygulama süreçleriyle ilgili olarak,  bilgiler ve takvim net şekilde acilen açıklanmalıdır. 
Devlet, aşıyı getirmek için gayret sarf etmez.  Bulur ve getirir. 

SALDIRILARLA İLGİLİ

*Son günlerde yaşanan bazı olaylar, maalesef toplumsal huzurumuzu tehdit ediyor. Gazeteci ve siyasetçilere yapılan saldırıları, devletin savcısına yönelen tehditleri,  milletimizin hem huzuru, hem de güvenliği açısından kaygı verici buluyorum.

"DEVAM EDECEĞİNDEN ENDİŞELİYİM"

*Daha önce yaşanan saldırılarda olduğu gibi,  devleti yönetenler, gereken cevabı vermedikçe,  bu olayların devam edeceğinden endişeliyim.

*Bu tip olaylar karşısında, ilk tepki vermesi gerekenler devleti yönetenlerdir. Dolayısıyla, son yaşananlarla ilgili olarak, ilk ve en önemli muhatap da Sayın Erdoğan’dır.  İçişleri ve Adalet Bakanları da, saldırganlarla ilgili vakit kaybetmeden işlem yapmakla mükelleftir. Çünkü, 83 milyonun can ve mal güvenliğinin sorumluluğu, onların omuzlarındadır. Kendilerine yönelen en küçük sözlü saldırıya bile en üst perdeden cevap verirken,  ülkenin siyasetçisi, gazetecisi, savcısı saldırıya uğrayıp, tehdit edilirken sessiz kalamazlar. Bu olmaz.

*Bir yandan hukukta reformdan söz edip, diğer yandan bu hukuksuzluklara sessiz kalmak olmaz. Hele ki, saldırganlara arka çıkanlara, bir çift söz edememek hiç olmaz. Bu vesileyle Sayın Erdoğan’ı,  Küçük ortağını, bu konularda takındığı,  medeniyet ve hukuktan uzak tutumu konusunda, uyarmaya çağırıyorum.

*Siyasetçiler, ülkenin sorunlarına ilişkin görüş ve önerileriyle millet iradesinin karşısına çıkar. Siyasi partiler, memleketin geleceği için ürettikleri vaatlerini, projelerini ortaya koyar,  milletimiz de bunlara bakar, değerlendirir ve kararını verir. Milletin verdiği karar üzerine, kimsenin edecek sözü olamaz.
Dolayısıyla böylesine kutsal bir amaçla yapılması gereken siyasetin,  öncelikle kendi diline ve tavırlarına dikkat etmesi gerekir. Siyaset, insanların birbirine hakaret ettiği, tehdit ettiği bir alan olamaz, olmamalıdır.

*Vatandaşın derdini bir kenara bırakıp,  sürekli gerilim, sürekli kavga üreten,  milleti kamplara ayıran bir siyaset dilinin, kimseye bir faydası olmaz. Gerilimden beslenen siyaset milletimize hiç bir şey vermedi, veremez.  Aksine, hem bugünü ıskalatır, hem de yarını tehlikeye düşürür.

*Milletimiz ağır ekonomik koşullarla boğuşurken,  sırf siyasi ikbal uğruna, yanan ateşe odun taşımanın manası yok.

*Milletin derdi, işsizlik. Milletin derdi, kaynamayan tencere. Milletin derdi, özgürlük. Milletin derdi, ödenemeyen faturalar, gelmek bilmeyen ay sonları.

*İktidar acilen boş konuşmayı, hamaset yapmayı bırakıp, milletimizin gündemine odaklanmalıdır. Yani iktidar, milletimizin kendine verdiği işi yapmalıdır. Emeklilere nefes aldıracak adımları atmalı, Tencereyi kaynatamayan anaların feryadına kulak vermeli,
Ülkesinden umudunu kesen gençlerimize moral olmalıdır.  Eğer bunu yapamıyorsa da, benden bu kadar demeyi bilmeli, Özetle ya bir yol bulmalı, ya da yoldan çekilmelidir.

*Türkiye çaresiz, milletimizin dertleri çözümsüz değil. Türkiye Ak Parti’nin çapsız kadrolarına, vizyonsuz zihniyetine mahkum değil. Kimse endişe etmesin.  Biz varız.  Milletimiz sandıkta yetkiyi verir, biz de memleketimizi hak ettiği yere hızla getiririz. İçiniz rahat olsun.

*Tüm dünya, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki yönetim değişikliğini dikkatle izliyor. Dünya siyasetinde, önümüzdeki dönemi şekillendirecek gelişmeler yaşanıyor. Bu gelişmelerin gerek bölgesel, gerek de global yansımalarının,  ülkemiz üzerindeki olası etkileri üzerine, kafa yormamız gereken bir döneme girdik. Ama böyle bir farkındalığı, maalesef, Sayın Erdoğan ve arkadaşlarında göremiyoruz.

*Oysa dış politika;  bir ülkenin ön savunma hattıdır,  devlet yönetiminin can damarı, milletimizin güvenliğinin teminatıdır. Dış politika, devlet ciddiyeti ile, milletin çıkarları öncelenerek yapılır. İç siyasette sevimli görünmek, oy almak, oyunu cebinde tutmak için yapılmaz.

"CUMA NAMAZI ÇIKIŞI DİPLOMASİ YAPILMAZ"

*Dış politika, diplomasi kanalları ile yapılır.  Parti il kongrelerinde, sosyal medya hesaplarında, Cuma namazı çıkışlarında yapılmaz. 
İçeride hamasi nutuklar atıp, dışarıda “Ne vereyim abime?” denmez. 

*Dış politika, stratejik bir akılla yapılır. Dünyadaki değişimleri, kısa orta ve uzun vadede değerlendirip,  atılacak adımları, alınacak kararları, devlet hafızası ile belirleyerek yapılır.  Dış politikada yapılan hataların sonuçları bir milletin kaderini etkiler. O nedenle, ülkelerin dış politikaları, kişilere göre oluşturulmaz,  kişiler arası dostluk ilişkilerine göre belirlenmez, haftada bir politika değiştirilmez.

*Dış politika, kurumlararası ilişkilerle yürür, Dostlarla tavla oynamaya benzemez. Eğer, öyle olsaydı, “Kardeşim Esad’ın” Suriye’siyle bu noktaya gelmezdik. Eğer öyle olsaydı, “Dostum Trump’ın” Amerika’sında, giderayak yaptırımlar imzalanmazdı.
Eğer öyle olsaydı, oğlunun nikah şahidi Karamanlis’in Yunanistan’ıyla bugünkü sorunlar yaşanmazdı. Eğer öyle olsaydı, “Kankam Putin’in” Rusya’sıyla bin türlü sorun yaşanmaz, 
hatta Karabağ meselesinde masanın dışında kalınmazdı. Eğer öyle olsaydı, sebebini bir türlü anlamadığımız şekilde sıkı fıkı bir ilişki yürütülen Katar,  dönüp, ülkemize boykot uygulayan Suud’la can ciğer olmazdı.

*Dolayısıyla dış politika,  eşi, dostu, yandaşı büyükelçi yapıp, ülkelerin liderleriyle arkadaşlık ilişkisi kurmaya çalışarak yürütülmez.

*İktidarının ilk yıllarında, bu konularda adımlar atan Sayın Erdoğan, Kendini, mutlak güç olarak gördüğü andan itibaren, köprüleri attı. Kendi imzaladığı sözleşmelere rağmen, AİHM kararlarını uygulamayan, İç hukukta, Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımayan,
Yargıyı, siyasetin arka bahçesi haline getiren tutumların neticesi, Türkiye-AB ilişkilerini zora soktu.

*İşte bunun faturasını da bugün, Doğu Akdeniz gibi bölgesel konularda bile karşımıza koyuyorlar. Yani, Sayın Erdoğan’ın iktidar hırsının ve bu hırsın vücut bulmuş hali olan, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin sonuçlarını yaşıyoruz.

*Amerika Birleşik Devletleri’nde Joe Biden göreve başladı. Kurumsal devlet yapılarında, başkanlık koltuğunda kimin oturduğunun aslında çok da önemi yoktur. Çünkü devletin başı, ortak aklın, ülke çıkarlarının gereklerine göre hareket eder.
Eğer siz de kendi dış politikanıza benzer bir anlayışla yaklaşırsanız, her ülkeyle, müşterek çıkarlarda buluşabilirsiniz.

*Yeni dönemde, Türkiye-Amerika Birleşik Devletleri ilişkilerinin, gelişmesini ve normalleşmesini umuyorum. S-400 alımı, F-35 projesinden dışlanmamız ve gelen yaptırımlar nedeniyle gerilen ilişkilerin, milli menfaatlerimiz çerçevesinde, akıl ve sağduyu ile tamiri en doğru yol olacaktır.

*Bir noktanın özellikle altını çizmek istiyorum: Biden yönetimi, Türkiye’nin egemenlik hakları ve menfaatleri olduğu gerçeğini unutmamalıdır. Türkiye’yi, S-400 alımına iten nedenler arasında,  ABD’nin bir önceki yönetiminin adımlarının da, önemli etkisi olmuştur.

*Biz, gerekli gördüğümüz taktirde ülke savunmamız için her adımı atabilir, her masaya oturabiliriz. Türkiye’nin NATO’nun önemli bir parçası olması, Güvenlik açığı yaşama pahasına, tüm güvenlik mekanizmasını, tek bir yere bağlayacağı anlamına gelmez.
S-400 meselesi, çözülemez bir mesele değildir. Yeter ki, Türkiye’yi itip kakan bir tavır sergilenmesin.

*İlk günden bu yana hep liyakat vurgusu yapıyoruz.  Türkiye, dünyanın bu yeni dönemine, liyakatli diplomasi kadrolarıyla, milli menfaatlerini gözeterek hazırlanmalıdır. İşte eksik olan budur. Bu yüzden iktidarı sürekli uyarıyoruz.

*Bu yüzden Sayın Erdoğan’ı, o kulak asmasa da, “Devleti devlet gibi, devlet ciddiyetiyle, devlet aklıyla, Türk Devletine yakışır donanımdaki kadrolarla yönet.” diye uyarıyoruz. O bizi değil, saray danışmanlarını dinlemeye devam etse de, uyarmaktan vazgeçmeyeceğiz.
O nedenle yine, ülkemizin uluslararası alanda karşı karşıya kaldığı sorunlara yönelik çözüm önerilerimizi, sizler aracılığıyla bir kez daha iktidarla paylaşmak istiyorum.

*Her şeyden önce bütünleştirici, istikrarlı bir dış politika ekseninde yürümek zorundayız. Bu nedenle, her şartta barışı önceleyen bir dış politika düsturunun esas alınması şart.

*İlk adım olarak, komşularımız veya başka ülkelerin iç işlerine karışmayı artık bırakın.  Bunun aynı zamanda, başkalarının da bizim iç işlerimize karışmamaları açısından, en önemli güvence olduğu bilinciyle hareket edin.

*Yöneticiler arasındaki dostluklar geçici, devletler arasındaki karşılıklı çıkar ilişkileri kalıcıdır.Başta komşularımız olmak üzere, dost, müttefik ve kardeş ülkeleri kapsayan ekonomik coğrafyamızda, 
karşılıklı çıkarlarımızı buluşturmak ve bütünleştirmek, Türkiye’ye kazandırır.Bunu aklınızdan çıkarmayın.

*Atatürk’ten bizlere yadigâr olan ilkeler doğrultusunda,  Rusya’yı tahrik etmeyin, Arap ülkeleri arasındaki anlaşmazlıklara müdahil olmayın. Açıkça talep gelmedikçe, komşuların iç sorunlarında ve ikili ilişkilerinde, arabuluculuğa soyunmayın.
Din ve mezhep konularından arındırılmış bir dış politika benimseyin. Girdiğiniz Ortadoğululaşma yanlışına artık son verin.


*Tüm bu önerilerimizi hayata geçirmek hiç de zor değil. Ama iktidarın yönetim anlayışı, ve o anlayışın vücut bulmuş hali olan, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’yle,
Türkiye ne dış politikada, ne de memleketin iç meselelerinde, en ufak mesafe alamaz.Çünkü Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi, Türkiye’nin potansiyelini hayata geçirmesinin önündeki en büyük engeldir.

"UCUBE SİSTEM..."

*Bu ucube sistem sürdükçe, yönetimdeki cehalet sürer, vizyonsuzluk sürer, beceriksizlik sürer. Bu ucube sistem sürdükçe, yandaş kayırma sürer, haksızlık sürer, hukuksuzluk sürer. Bu ucube sistem sürdükçe, yolsuzluk sürer, yoksulluk sürer, yasaklar sürer. Bu ucube sistem sürdükçe, milletimizin çilesi, gençlerimizin sıkıntısı sürer. Geçtiğimiz 2 buçuk yılda yaşadıklarımız, bunun şahididir.

*İşte o nedenle biz, İYİleştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem diyoruz. İYİleştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem,  içeride ve dışarıda güveni sağlayacak, şeffaf ve hesap verebilir bir yönetim demektir.
İYİleştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem,  zenginliğin, huzurun ve refahın kapısını aralamak demektir. İYİleştirlmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem,  Adil bir düzen, demokrasi ve hukukun üstünlüğünün tesis edildiği, konuşan Türkiye demektir.

"UYARILARIMIZDA HAKLI ÇIKTIK"

*Hem 16 Nisan referandumu öncesinde, hem de bu ucube sisteme geçtiğimizden bu yana geçen 2 buçuk yıl boyunca,  Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne dair yaptığımız tüm uyarılarda haklı çıktık.
Ancak, bizim meselemiz haklı çıkmak değil, milletimizin ne kazandığı, ya da ne kaybettiğidir. Bizim meselemiz, onun bunun siyasi ikbali değil, milletimizin istikbalidir.