DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Karar TV'de Taha Akyol ile Elif Çakır'ın sorularını cevapladı.

Merkez Bankası'nın çok tartışılan döviz rezervleri hakkında konuşan Babacan "Merkez Bankası'nın döviz rezervi neden lazım olur? Ülkede bir deprem ya da bir savaş olur. Ya da ülkeye giren finans kanallarında tıkanma olur... Ama Türkiye gibi petrol ve doğalgaz ithalatına bağımlı bir ülkenin bu ihtiyacı karşılayacak kadar elinde döviz olması lazım" dedi.

"2018'DE PROTOKOLÜ DEĞİŞTİRİYORLAR VE..."

Her şeyin 2018'de imzalanan protokol ile başladığını belirten Babacan, şunları kaydetti: 

"Merkez bankası ile Hazine arasında 2017'nin Şubat ayında bir protokol yapılıyor. Bu rutin bir protokol. Bu bahsettiğimiz 128-130 milyar ile ilgili işlemlere cevap veren bir protokol değil. 26 Kasım 2018'de bu protokolde değişiklik yapılıyor. Bu değişiklikle Merkez Bankası'nın döviz rezervi Hazine'nin kamu bankaları nezdinde piyasa sürülebilmesinin önü açılmış oluyor. Yapılan işlem bu. Ocak 2019'da başlayıp Eylül 2020'ye kadar ki süreçte, tam 130 milyar dolarlık döviz Merkez Bankası'nda eritiliyor. Pandeminin başladığı ay Merkez Bankası'nın net döviz pozisyonu sıfırlanmış durumda. 1 milyar altına düşmüş, Nisan'da da direkt eskiye düşüyor.

"MB PİYASAYA DÖVİZ BORÇLANMIŞ DURUMDA"

Bugüne geldiğimizde, Merkez Bankası'nın internet sitesinde açıklanan rakamlara baktığımızda 89 milyarlık brüt döviz rezervi var. Bankanın zorunlu karşılıkları swapları ve Hazine'nin mevduatını düştüğümüzde eksi 62 milyar dolara düşmüş oluyor. Merkez Bankası 'Benim bu kadar dövizim var' diyor ama bu dövizin tamamı emanet hatta üstüne 62 milyar dolar Merkez Bankası piyasaya döviz borçlanmış durumda. Hatta şöyle olmuş; borçlanmış. Borçlandığını da satmış, harcamış. Onun için eksiye düşmüş, onun için elindekinden daha fazla piyasaya borcu var. Daha önce sattığı dövizler piyasadan borç alıyor, satıyor ve TL'ye çeviriyor. Nette Merkez Bankası piyasaya 62 milyar dolar döviz borçlu."

"MADEM TEK YETKİ BÜTÜN ELDE TOPLANDI..."

Ekonomide şeffaflığın çok önemli olduğunu vurgulayan Babacan, şunları dile getirdi: 

"Bu konuyu içeriden bilenlerin hep avantajı olur. Bu bilenlerin piyasada üstünlüğü olur. Onun için şeffaflık çok önemlidir. Şeffaflık simetrik bir şekilde olsa, herkes bilgiye sahip olsa orada adalet vardır. Fırsat eşitliği vardır. Bazıları işin içini bilip de geniş kitleler bilmiyorsa oradan menfaat sağlamaya çalışanlar da olabilir. Onun için şeffaflık çok önemlidir. 13 yıl bakanlık yaptım, bunun 11 yılı ekonomiden sorumlu oldum. Hep şeffaf gittik, açık gittik. Çünkü korkacak bir şeyimiz yoktu ki...

Toplumun gözü önünde açıktık, şeffaftık ve öyle güven oluşturduk. Böyle gizli kapaklı yöntemler en önemlisi; güveni sarsıyor. Ekonomi yönetiminde en önemli kıymetiniz; güvendir. Güven olmayınca ne yaparsanız yapın, başarılı olamazsınız. Bu tür gizli saklı uygulamaları sormak, Cumhurbaşkanı'na hakaret etmek demek mi? Bunlar güveni sarsıyor. Madem bugün bütün yetki, tek elde toplandı. O tek yetkinin elde toplandığı makam aynı zamanda tek sorumluluğun da elde toplandığı makamdır."

YOLSUZLUK İDDİALARI

Yolsuzluk iddiaları hakkında konuşan Babacan, "17-25 Aralık'tan sonra FETÖ'nün darbe teşebbüsü bir bakıma şöyle oldu. Bu yolsuzluk konusu FETÖ'nün kumpası gibi bir algı oluştu. Aslında böyle bir şey yok, 'Tamamen bunlar bir kumpas çevirdiler ve onun için bu iddialar ortaya atıldı' diye bir yok. Tabii ki FETÖ'nün yaptığı suçtu ve mutlaka bunun hesabının verilmesi lazımdı. 2013 Aralık'ta hükümetin bütçe kapanış konuşmasını yaptım. İki tarafa da eğildim; bu bir kumpas çünkü burada organize bir iş var dedim.

Çünkü yerel seçimler zamanında bu kadar dosyayı toplayıp birden bire ortaya çıkarmak... Eş zamanlı olarak dört bakanla ilgili dosyayı ortaya çıkarmak ve seçimden önce bunu yapmak tam bir darbe teşebbüsü.

Ama öte yandan da bu dosyaların içinde ne var ne yok dönüp bakılmadı. Sadece FETÖ'nün kumpası denildi. O gün bugündür; yolsuzluk konusu çok kullanılmıyor. Hemen farklı şeyleri çağrıştırıyor. O yüzden israf kelimesini kullanıyoruz."

KANAL İSTANBUL TEPKİSİ

Kanal İstanbul Projesi'ni sert sözlerle eleştiren Babacan, şu ifadeleri kullandı:

"Öncelikle burada çok büyük bir rant var. 500 bin konutluk bir gayrimenkul projesi var. Beton demir projesi. İmar planları askıya asıldı. Fakat bu imar planı askıya asılmadan önce araziyi satın alanları bir düşünün.

Hangi araziden nasıl bir imar uygulaması olacak? Ne kadarlık bir yapılaşmaya izin verilecek? Şimdi bu çok önemli. Arazinin kıymetini belirleyen üzerindeki yapılaşma iznidir. Burada çok büyük bir gayrimenkul rantı var. Büyük bir mıknatıs gibi her şeyi üzerine çekiyor. Kafayı başka yere çeviremiyorlar.

O kadar güçlü bir mıknatıs ki; başka yere bakamıyorlar. Tabii bir de tarihe iz bırakma var. Çamlıca tepesine cami, Kanal İstanbul gibi. Osmanlı döneminden gelen hayallerin bugün gerçekleştirilmesi ve bununla da tarihe geçmek. Bu tarihe geçmekte önemli bir motivasyon. Onu da dikkate almak lazım. Ama onun haricinde Kanal İstanbul'la ilgili dün heyetimiz valilik nezdinde imar planına gerekçelerle beraber itiraz etti."

PANDEMİ İLE MÜCADELE

Pandemi döneminde vatandaşın yalnız bırakıldığını ifade eden Babacan, Türkiye'nin kaynak sıkıntısı yaşadığını da hatırlatarak şunları kaydetti:

"Şu anda ki hükümetin en önemli sıkışıklığı bu. Kısa Çalışma Ödeneği'ni de bitirdiler. Ama kaynak olmayınca geldikleri nokta bu. Pandemi verilerine inanıyorsak artık günde hayatını kaybeden vatandaşlarımızın sayısı iki uçak dolusu insan. Vaka sayısında dünya dördüncüyüz. Nüfusa göre oranla dünya ikincisiyiz. Şu anda ileri aşamada bir kapanma gerekiyor. Gıda üretimi haricindeki her şeyin durdurulması, toplu taşıma kullanım ihtiyacının minimuma indirilmesi ve belki sokağa çıkma yasağı olmasa da insanların evinin bahçesinde, apartmanın sitesinde dolaşması ve onun ötesine de çıkmaması. Aksi halde durdurma çok zor olacak.

Ama kapattığınız zaman da ne oluyor, bu küçük esnaf, işletmeler, yevmiye ile çalışanlar, günlük kazanıp günlük harcayanlar. Çok ciddi mağduriyet oluşuyor. Devletin mağduriyeti karşılayacak kaynağı da yok. Devletin onun için kapanma konusunda elleri titriyor. İleri adım atmaktan çekiniyorlar; o zaman da vaka ve ölüm sayısı artıyor. Türkiye şu an tam bir sıkışmışlık içinde. İşsizliğin zirve yaptığı, pandemiyle ölümlerin zirve yaptığı bir dönemi yaşarken, 'Gayet iyiye gidiyoruz' diye bu ülkenin Cumhurbaşkanı açıklama yapabiliyor."

Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan'a ait şirketin Ticaret Bakanlığı'na yaptığı dezenfektan satışı ile ilgili de Babacan "İşin bir hukuki, bir de siyasi etik boyutu var. Bu işin hukuken doğruluğu tamam, bir de işin özünün doğruluğuna bakmak lazım. Dışarıdan bakanlar da bir zan oluşmaması lazım. Dışarıdan bakan eğer farklı yorumlayabiliyorsa, farklı anlaşılabilecek bir durum varsa onu bile yapmamak lazım. Hukuken bir şey yok tamam ama dışarıdan bakıldığında yanlış anlaşılacak bir duruma müsaitse onu bile yapmamak lazım. Siyasi etik açısından toplumda hoş karşılanacağını beklemiyorum" yorumunda bulundu. 

SİSTEM TARTIŞMALARI

Sistem tartışmaları için de Babacan, şunları kaydetti: "Ben bu riske karşı görüştüğüm muhalefet partisi genel bakanlarını hep uyardım. Dedim ki; 'Hepimiz parlamenter sistem' diyoruz ama gün gelir Cumhurbaşkanı kamuoyu eğilimlerine bakarak eğer parlamenter sistem gelecekse 'Onu da ben getireyim' diyebilir. Yüzde 30-35'le bile iktidarda olabiliyorsunuz 50+1 mecburiyet yok. İşine de gelebilir sadece sistem üzerine yoğunlaşmayalım.

Sistemi değiştirelim ama sistemin değişmesi yetmez, ülkeyi yöneten zihniyetin değişmesi lazım. Buna göre çalışmamız lazım, değerlendirme yapmamız lazım. Onun için diyoruz ki; sistem değişmeli ama topyekun iktidar değişikliği olmadan sitem değişikliği tek başına yetmez diyoruz.

İktidar süresi çok uzadı ama. Bu kadar uzadıktan sonra ülke için fayda üretme imkanı yok. Tarihte bunun çok örnekleri var. İktidar süresi çok uzadıkça tadında bırakılmayınca, ülkeye artık fayda getirmemeye başlıyor. Gittikçe de sürekli güç zehirlenmesi sorunları büyütüyor."

GRİ PASAPORT SKANDALI

Gri pasaport skandalı ile ilgili de konuşan Babacan, "Trajikomik, kabile devleti olduk neredeyse. Eskiden Doğu Bloku'nda yaşanırdı, insanlar farklı yöntemlerle kaçmaya çalışırdı. İçişleri bakanlığı, 10 tane belediyeye soruşturma başlatmış. Öyle anlaşılıyor ki bu işlerde de menfaat ilişkileri var. Gri pasaportlar bedava çıkmıyor. Bu ülkeden kaçmak için insanların para ödüyor olması... Çok düşündürücü. Ama aynı günlerde de Sayın Cumhurbaşkanı çıkıyor diyor ki: 'Çok cazip olduk, herkes geri dönüyor' ifadelerini kullandı.

Dış politika için de değerlendirmelerde bulunan Babacan, şunları dile getirdi:

"Türkiye'nin dış politikası yok, sadece şahsileştirilmiş bir dış ilişkiler kümesi var. Çünkü dış politika demek; strateji, bir ülkenin uzun vadeli yönelimi, ilkeler ve değerler demek. Şu an dış politikada böyle bir şey yok. Keskin sirke küpüne zarar. Doğu Akdeniz'deki çıkarlarımız tek tek elden kayıp gitmeye başlayınca, Doğu Akdeniz'de Türkiye yalnızlaşınca, Mısır'la Kıbrıs Rum Kesimi, Mısır'la Yunanistan, Mısır'la İsrail kendi aralarında yaptıkları anlaşmalarla adeta Türkiye'yi dar bir alana sıkıştırıcı adımları atınca ne oldu?"

Babacan, şöyle devam etti: "İç siyasetteki kutuplaştırma, ötekileştirme, taraf olma zihniyeti dış ilişkilere de yansıdı. İlla taraf olmak isteniyor. Taraf olduğunuz taraf kaybedince diğer tarafla da ilişkileriniz uzunca bir süre bozuluyor."

Babacan'ın diğer açıklamaları şöyle: 

"(128 milyar dolar tartışması) Bir rivayet var, eski Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal bu rakamı araştırmaya başladığı için ve bundan duyulan rahatsızlık nedeniyle görevden alındığını söyleyenler var. Biz soruyoruz: Neden gizli bir şekilde ve kamu bankaları aracılığıyla yaptınız? Merkez Bankası bunu neden açık yapmadı? Bunu merak ediyoruz.

Bu rezervlerin hangi metotla satıldığını bilmiyoruz. Kamu bankaları tarafından ihale yapıldı mı? Yoksa ihalesiz mi satıldı? Hangi kurdan satıldı, karşı muhatap kimdi? Çünkü bu rakam az değil. Bir ülkenin Merkez Bankası'nın döviz rezervleri eksiye düşemez. Gizli kapaklı yöntemler en önemlisi; güveni sarsıyor. Ekonomi yönetiminde en önemli kıymetiniz; güvendir. Güven olmayınca ne yaparsanız, yapın başarılı olamazsınız.

(Erdoğan'ın Babacan'a yönelik sözleri) Derse ihtiyaçları var demek ki; yapamıyorlar, yönetemiyorlar. Keşke başarılı olsalar, memleket keşke düzelse. Sadece bir günlerini alır. Memleket düzelse çok mutlu oluruz, neden seçime kadar bekleyelim ki?

(AK Parti'nin 3 dönem kuralı) 2015'te normalde Cumhurbaşkanı'nın 3 dönemi doldu, parti genel başkanı olamaz. Bu kural asıl lider için konmuştu. Çünkü genel başkanlık süreci uzayınca iş bozuluyor, uzun süre güç kullanımı yozlaştırıyor.

Mali kural getirmeye çalıştık, Avrupa Komisyonu ile çalıştık. Mali kuralımız Plan ve Bütçe Komisyonu'ndan geçti. Muhalefetin de desteği ile. Fakat ne oldu? Başbakan Erdoğan, Meclis'te görüşülmesine saatler kala hükümet tasarısını durdurdu. 

(Muhalefet seçmene neden umut olamıyor?) Şu an bir seçim gündemde değil. Seçim gündeme geldiğinde vatandaşın tercihleri daha da berraklaşacak. İkincisi, kamuoyu yoklamaları telefondan yapılıyor, insanlar kendilerini ifade etmekte güçlük çekiyor.

Bir gecede MB Başkanı görevden alındı, İstanbul Sözleşmesi'nden hukuksuz bir şekilde çıkıldı. Dolar kuru 7,20'den 8,20'ye sıçradı. Faizler vadesine göre 4-5 puan arttı. Türkiye tam 530 milyar TL kaybetti. İki yanlış imzanın bedeli. Türkiye'de iktidar değişmezse ekonomi asla düzelmez. Asla. Çünkü sorun; kaynağın kötü yönetilmesi değil ki...Sorunun köküne indiğimizde, artık Türkiye'nin bir hukuk devleti olmadığını görüyoruz. Hukukun üstünlüğünün her gün çiğnendiğini görüyoruz.

(İmar rantı) 2014'te hükümet değişikliği oldu, Ahmet Bey Başbakan oldu. Hazırladığımız dosyaları tekrar sunduk fakat onun da gücü yetmedi. Rantın oluşturduğu lobi baya güçlü bir lobi. O lobiyi ezip geçmek çok kolay değil. 

Toplumda şu an orta direk yıkılıyor. Yoksulluk intiharların artık Anadolu'nun her yerinde yaygınlaştı. Ve RTÜK bunların yayınlanması ile ilgili yasak getirdi. Fakat ortada bir gerçek var."