Bazı acılar vardır, insanın boğazında düğümlenir. Yürekleri yakar, kavurur. Madımak da böyle bir acıdır. Madımak’ta 35 insanımızın, Yakılarak katledilmesinin üzerinden 28 yıl geçti. Adalet, bu yangını söndüremedi.

Yüreklerimiz kavrulmaya devam ediyor. Madımak’ta kaybettiğimiz 35 canımızı, Bir kez daha rahmetle anıyoruz. Değerli Basın Mensupları; “Hedefini şaşırmış, Rotasını kaybetmiş bir gemiye, Hiçbir rüzgâr yardım edemez.

Bugün nüfusu 83 milyonu aşan koskoca bir ülke, Erdoğan Şahsım Hükümeti elinde, Oradan oraya savruluyor.

Bu hükümet 2002 yılında iş başına geldiğinde Kucağında güven uyandıran “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programını” buldu. Aynı dönemde küresel para bolluğu, Bizim gibi tüm gelişmekte olan ekonomilerin Yelkenini doldurmaya başladı. Bu şartlarda, 2023’te Türkiye’nin milli geliri, Kolayca 2 trilyon dolar hedefine ulaşabilirdi. Böylece dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girebilirdik.

Ancak, 2007’den itibaren yapısal reformların unutulması, Ve 2014’ten itibaren de, Ucube tek adam vesayet rejiminin düğmesine basılmasıyla, Bu hedeften hızla uzaklaşıldı. 2023 hedefleri rotasında ilerlenseydi, 2020’de ulaşılacak Milli Gelir; 1 trilyon 609 milyar dolardı.

Ama gerçekleşme 717 milyar dolarda kaldı. Gemiyi 2023 rotasından çıkarmanın maliyeti, 2020’de 892 milyar dolar oldu. Bugün bırakın ilk 10 ekonomi arasına girmeyi, Erdoğan Şahsım Hükümetlerinden çok önce girdiğimiz, Dünyanın en büyük 20 ekonomisi liginden, Düşmemeye çalışıyoruz. Sorunlara doğru teşhis koymadan, Doğru tedavi uygulayamazsınız. Türkiye küresel yarışta, rakiplerinin gerisine neden düştü? Bize göre bunun iki temel sebebi var.

Birincisi; Sıcak para rüzgârıyla yelken basan büyüme modeli, 2013’ten sonra artık çalışmaz hale geldi. İkincisiyse; 2014’te Erdoğan’ın; “Alışılmış bir Cumhurbaşkanı olmayacağım” demesiyle başlayan, Tek kişilik vesayet rejimi inşa süreci. Ve bu süreçte devletin tüm köklü kurumlarının çökertilmesi…

Türkiye bu iki nedenle, Yönetilmiyor, oradan oraya savruluyor. Ekonomik kriz ve devlet krizini birlikte yaşıyor. Bunlara bir de 2020’de Salgının çok kötü yönetilmesi eklenince, Krizler yumağı, büyük bir toplumsal buhrana dönüştü. Ünlü Fransız düşünür Balzac, “Zamanı öldürmek, en pahalı harcamadır” demiş.

2013’ten bu yana Türkiye ekonomisi, En kırılgan ekonomiler listelerinde hep başa güreşiyor. Aradan 8 yıl geçti, Erdoğan ekonomimizi tahkim edecek hiçbir şey yapmadı. “Dış güçler” dedi, “Faiz lobisi” dedi, Doymadı, Muhalefeti “yalan terörü” yaratmakla suçlayacak kadar ileri gitti.

Hedefleri yalan olunca, Döndü, muhalefeti yalancılıkla suçladı. Ucuz siyasete kaçtı, havanda su dövdü. Dünyanın en kırılgan ekonomileri liginde, Bizi en başa yerleştiren sorunlar, Her gün biraz daha ağırlaştı. Uluslararası Finans Enstitüsü verilerine göre, Ailelerin, şirketlerin, devletin ve bankaların borçlarının toplamının, Milli gelire oranı Erdoğan Şahsım Hükümetlerinin iş başına geldiği, 2002 yılında yüzde 105 idi. 2013 yılında bu oran yüzde 122’ye, 2021’in ilk üç ayı itibariyle ise yüzde 163’e çıktı.

Peki, bize bu borçları dış güçler, faiz lobileri, Silah zoruyla mı verdi? Bu borçları bayıla bayıla aldı. Çünkü bildikleri tek şey var. O da; “El atına binip, çalım satmak.” Pandemi döneminde benzer ekonomiler arasında, Yurttaşlarına en az destek veren üçüncü ekonomi, Buna karşın en çok borç veren ikinci ekonomi olduk.

Aileleri, esnafı, çiftçiyi, iş âlemini borç batağına sürüklediler. Bugün herkes çok daha borçlu. 2017’de Halkbank’a borçlu esnaf sayımız 448 bin idi. Bugün bu, üçe katlanarak, 1 milyon 168 bine çıktı. Artık her iki esnaftan birisi Halkbank’a borçlu… Esnafın başka bankalara borçlarını söylemiyorum bile. Borçlar rekor kırarken, Merkez Bankası’nda kendine ait rezerv bırakmadılar.

2013 Mayıs ayında Merkez Bankası kasasındaki rezerv varlıklarımız, Vadesi bir yılda dolacak döviz yükümlülüklerimizden, 47 milyar dolar daha fazlaydı. Dün öğrendik ki, 25 Haziran itibariyle; Kasadaki döviz rezervi, Kısa vadeli döviz borcumuza yetmiyor. Kasada 33,5 milyar dolarlık açık var.

Bunun sorumlusu kim? Elbette, Erdoğan Şahsım Hükümeti. Kayınpeder, damat bir oldular. Merkez Bankası kasasındaki 128 milyar doları, Koltukları uğruna buharlaştırdılar. Şimdi, Azerbaycan’dan, Malezya’dan, Kore’den, Rusya’dan Emanet döviz bulmanın peşinde koşuyorlar.

Erdoğan Şahsım Hükümetine güvenmeyen yurttaşlarımız, Türk Lirasından kaçıyor. Dövize, altına koşuyor. 2013 Mayıs ayında, Yabancı para mevduatların toplam mevduat içindeki payı, Yüzde 31 idi. Bugün yüzde 55. Erdoğan Şahsım Hükümeti, Şimdi bankaların döviz mevduatı tutmalarının maliyetini artırarak, Sorunu çözmeye çalışıyor. Munzam karşılıkları yüzde 2 artırarak, Bu işin çözülemeyeceğini, Sorunun güven sorunu olduğunu görmemekte ısrar ediyor. Ekonomi Koordinasyon Kurulu, Fiyat İstikrarı Komitesi kuruyor.

Oysa ekonomide koordinasyonu, Ekonomik ve Sosyal Konsey’i çalıştırarak sağlayabilirsiniz. Fiyat istikrarını da, Merkez Bankası’nın bağımsızlığına, Müdahale etmeyerek temin edebilirsiniz. Aspirin tedavisi kabilinden kararlar derde deva olmaz. Sorun güven sorunudur.

Can ve mal güvenliği, kurumlara güven, politikalara güven sorunudur. Bunu aşmak için; Yeni kurallara, Yeni kurumlara, Ve yepyeni kadrolara, Hasılı “yeni bir iktidara” ihtiyaç var. Erdoğan Şahsım Hükümeti ise metal yorgunu, Yalan ve iftirayla, Sopayla, tehditle ülkeyi yöneteceğini sanıyor.

Metal yorgunu olanlar, Sorunların parçası olanlar, Sorunları çözemez. Çözemiyorlar da zaten… Bundan 383 yıl önce; Ünlü filozof ve siyaset adamı Francis Bacon, Şu tespiti yapmış: “Devleti devlet yapan dört temelden, Adalet, Ahlak, Hazine ve Yönetim’den Biri sarsılır veya zayıflarsa, Kurtuluş dualara kaldı demektir.” Bugün ne yazık ki, Erdoğan Şahsım Hükümetlerinin elinde, Devletimizin dört temelinin dördü birden sarsılıyor.

Erdoğan Şahsım Hükümetleri, Ülkede “Adaleti” bitirdi. Önce beraber yol yürüdükleri, Hoca efendilerinin hâkim ve savcılarının eliyle, Sonra da, AK Parti il ve ilçe yönetimlerindeki avukatlardan devşirdikleri, Hâkim ve savcılar eliyle, Ardından da Sarayın vesayeti altına aldıkları, Hâkim ve Savcılar Kurulu eliyle, Devletin adalet direğini çökerttiler.

Anayasa Mahkemesi Başkanı feryat ediyor. “Mahkemelerin adalet arayışına cevap veremediği yerde, Hukuk dışı arayışların ortaya çıkması kaçınılmazdır.” Bugün Türkiye’de tuz kokmuştur. Erdoğan Şahsım Hükümeti, Mafyayı Cumhur İttifakı’na ortak yapmıştır. Ve bu kirli ittifak, Bugün insanımızın temel hak ve özgürlüklerini tehdit etmektedir. Kadına ve aile içi şiddeti önlemeye yönelik, İstanbul Sözleşmesi’nden tek bir kişinin imzasıyla çıktık. Şimdi bu sözleşmeden ülkeyi çıkartan şahıs, Kabahatini gizlemek için, “Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele 4. Ulusal Eylem Planı” açıklıyor. 19 yıldır iktidardasınız.

Ve kadınlar artık size güvenmiyor. Bu dakikadan sonra kadına kalkan her elde, Her kadın cinayetinde, İstismara uğrayan her çocukta, Erdoğan Şahsım Hükümeti’nin iki cihanda da sorumluluğu vardır. Erdoğan Şahsım Hükümetleri, Devlet yönetiminde “ahlak” anlayışına darbe vurmuştur. Türkiye Cumhuriyeti; Erdoğan Şahsım Hükümetleri döneminde, Bakan çocuklarının evlerindeki para kasalarıyla, Gemiciklerle, Sıfırlamakla bitmeyen paralarla, Ayakkabı kutularındaki dolarlarla, Reza Zarrab’ın önüne yatan bakanlarla, Mafyadan ayda 10 bin dolar maaş alan AK Partili siyasetçilerle, Lüks arabalarda burnuna “pudra şekeri” çeken beslemelerle, Kara para aklayıcılarıyla aynı fotoğraf karesine giren Devlet yöneticileriyle tanışmıştır. Yine aynı Erdoğan yönetimlerinde, Cumadan Cumaya milletin dini duygularıyla alay eden, Özel uçaklarda, Binlerce dolarlık şampanya yuvarlayan, Rüşvetten aklanmamış bakanlar, Bu ülkenin şanını, şerefini ve haysiyetini temsil eden, Büyükelçilik makamına getirilmiştir.

Ahlakını yitirmiş bir yönetim, Özsaygısını yitirir. Her türlü rezilliği, pespayeliği kanıksar. Ve her şeyi kendine hak görür. Bir yanda FETÖ Borsalarında çökülen oteller, Marinalar, uçaklar, fabrikalar, Uyuşturucu rotaları, aklanan kara paralar… Ve tüm bu kirli ilişkilerle, Birkaç yılda ortaya çıkan türedi zenginler.

Diğer yanda sayısı 18 milyona dayanan yoksullar. Bir yanda evlatlarını doyuramadığı, Soğuk kış günlerinde ısıtamadığı için, Canına kıyan analar, Diğer yanda Bodrum’dan İstanbul’a, Kuaföre özel uçakla gidenler. Bir yanda çocuğuna okul pantolonu alamadığı için, İntihar eden babalar, Diğer yanda, 40 yaşında milyonlarca dolarla oynayan yandaş tosuncuklar. Bugün Türkiye, Oligarkların ekonomisi Rusya’dan sonra, Servet dağılımındaki adaletsizliğin en yüksek olduğu ülkeyse, Sebebi devletin çökertilen ahlak direğinde aranmalıdır.

Yine bugün bu ülkede 10 milyon işsiz varken, Milletin evlatları tek bir iş bile bulamazken, Sarayın yanaşmaları, beslemeleri, Üç-beş ayrı yerden, Üç-beş ballı maaş alıyorsa, Sebebi yine, devlet yönetiminin çökertilen, Ahlak direğinde aranmalıdır. 25 yıl önce Erdoğan; “Hırsızlık babadan evlada geçer. Evlattan babaya değil. Dolayısıyla yönetimlerde hırsızlık, Yukarıdaki üst yöneticilerden, Alttaki yöneticilere, Oradan da halka yansır” diyordu.

Doğru mu? Doğru. Bugün Türkiye’nin de üyesi olduğu, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD), “Türkiye soruşturma ve kovuşturmanın, Bağımsızlığını korumak da dâhil olmak üzere, Yurtdışı rüşvetle mücadeleye hız katacak, Önemli reformları acilen uygulamaya koymalıdır” Uyarısında bulunuyor. Bu uyarılar haksız mı? Hayır, değil. 2006’da Daimler Benz, Siemens ve Delta Pine gibi bazı uluslararası Alman şirketlerinin, Dünyanın değişik yerlerinde rüşvet dağıttığı ortaya çıktı. Rüşvet dağıtılan ülkelerden biri de Türkiye idi. Ne oldu? Rüşvet dosyaları kapatıldı. Yine Amerikan İlaç şirketi Alexion, Türkiye’de ilaç satışlarını artırmak için, 2010-15 yılları arasında hükümet yetkililerine, Rüşvet verdiğini itiraf etti. Bu itiraflar, Türkiye’de inceleme veya soruşturma konusu oldu mu? Ne gezer. Bunun gibi nice rüşvet olayları var. Ama sonuçlanan soruşturma sıfır.

OECD yayımlandığı notta; “Türkiye, Herhangi bir uluslararası rüşvet vakasını, Başarıyla sonuçlandırmadı” diye açıkça söylüyor. Bugün Türkiye, Rüşvet ve yolsuzlukla anılan bir ülke haline geldiyse, Sorumlusu kim? Elbette ülkeyi 19 yıldır yöneten, Erdoğan Şahsım Hükümetleri. Erdoğan Şahsım Hükümetlerinin Çökerttiği üçüncü ayak Hazine oldu. Türkiye’de, Devlet hazinesini, Yağmalanacak ganimet olarak gören, Bir siyasi zihniyet iş başında. Atadan deden kalan gümüşleri, Özelleştirme diyerek 62 milyar dolara sattılar.

Sakarya Tank Palet Fabrikasını Katarlılara peşkeş çektiler. Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanıymış… Bugün de Erdoğan tank palet fabrikasındaydı Çıktı, “Tankı paleti sattılar diyen yalan söylüyor” dedi. Ne satması, Biz satmaktan hiç bahsetmedik. Biz “peşkeş çektiniz” dedik, peşkeş… Milletin elde kalan son gümüşlerini de, Sarayın Hazine-i Hassası olan, Türkiye Varlık Fonu’na devrettiler. Milletin Meclisinin denetiminden kaçırdılar. Geçmişimizi sattıkları yetmedi.

Çocuklarımızın geleceğine de ipotek koydular. Geçilmeyen köprü ve otoyollar, Uçulmayan havalimanları için, Yandaşlarına dolarla avroyla, 15-20 yıllık garantiler verdiler. Sonra da, kıbleyi şaşırdılar. Milleti unutup, Yandaşlarını korumanın telaşına düştüler. Artık iktidardan gideceklerini anladılar. Erdoğan; Geçilmeyen köprü ve otoyolların, Uçulmayan havalimanlarının, Talan İstanbul’a verilecek garantilerin, Tahkimde “söke söke” alınacağını söylüyor. Tahkim işini de Londra’daki majestelerinin mahkemelerine emanet ediyor.

“Milletin hakkını yedirmeyiz” diyen bizleri, Majestelerinin mahkemeleriyle tehdit ediyor. Bu topraklar daha önce, Majestelerinin zırhlılarına sığınanları görmüştü. Şimdi de, Majestelerinin mahkemelerine sığınanları görüyor. Sarayın bekçisi ise, Daha ileri gidiyor. Dolarla, avroyla verilen garantilerin, Milletten söke söke alınacak paraların, Yasal güvenceye kavuşturulmasını istiyor. Sayın Bahçeli, Şu Sarayın büyüsünden bir kurtulun. Kapitülasyonlar Lozan’da yırtılıp atıldı. Bu devletin kurucu babaları, Siyasi bağımsızlığımız kadar, İktisadi bağımsızlığımızın üzerine de titredi. Biz buradan bir kez daha ilan ediyoruz. Bizim iktidarımızda, Talan İstanbul’a tek kuruş çalışmayacak. Milletten söke söke alınanları da, Söke söke geri alacağız. Hepsini milletimize geri vereceğiz.