Fehmi Koru kendi internet sitesi üzerinden yayımladığı yazıda gündemdeki konuları değerlendirdi. Şu ifadeleri kullandı:

'Yurtdışına asker gönderip yabancı askerleri Türkiye’de bulundurmayla ilgili iki yıllık bir genel izni öngören tezkereye TBMM’de ‘evet’ oyu kullanarak destek veren muhalefet partisi iktidardan ‘aferin’ aldı.

Buna karşılık, anamuhalefet partisi, aynı tezkereye ‘hayır’ oyu kullandı diye iktidar tarafından şiddetli eleştirilere muhatap. İktidar sözcüleri, milletvekilleri ‘hayır’ oyu kullanan partiyi ‘milli konularda hassasiyet’ göstermediği için suçluyor.

Daha önce -ne zaman aynı konudaki tezkereler gündeme gelse- milli konularda ‘hassasiyet’ gösterirmiş anamuhalefet partisi, ama bu defa raydan çıkmış.

İlginç buldum bu tespiti.

AK Parti penceresinden bakanların siyasete yaklaşımlarını daha iyi anlamamıza yarıyor bu tespit. İktidar her yaptığının muhalefet tarafından da onaylanmasını istiyor; bu son örnekte gördüğümüz gibi, beklediğinden farklı davranan bir parti çıktığında şaşırıyor.

Vaktiyle iktidara en keskin muhalefeti yapmış bir parti ile bugün iktidar ortağı olması, onu bir örnek olay olarak belirleyip, siyaset zeminindeki her partiye bir gün yanına gelecek ‘potansiyel ortak’ gözüyle bakmayı getirmiş besbelli.

Şimdilerde tezkereye ‘evet’ oyu vermiş milletvekilleri ve parti üzerinde çalışılacaktır.

[İktidarın küçük ortağı olan parti şimdilerde ‘Gezi Parkı’na ortağının sözcüleri gibi bakmayan herkesi kendisi de en ağır sözlerle suçluyor. Oysa aynı parti, birkaç yıl öncesine kadar -iktidarla ortaklık ilişkisi kurana kadar- Gezi’ye sahip çıkıyor ve salvolarını iktidara yöneltiyordu. Şimdinin iktidarın küçük ortağının ileri gelenlerinin o dönemde neler söylediğine dair geniş bir okuma için dün Cumhuriyet gazetesinde çıkan bir yazıya bakılabilir.]

‘Milli konularda hassasiyet’, hemen her konuya ‘milli’ veya ‘beka’ sıfatını yakıştırarak baktığı için, iktidarın en kolay kullandığı bir mazeret.
İşe yaradığı muhakkak. 

CHP neden daha önce Meclis’in onayına sunulmuş aynı konudaki tezkerelere onay verirken bu defa farklı davrandı?

İktidarın kendisine öncelikle bu soruyu sorması gerekir.

Sorunun cevabı, CHP tarafından Meclis’te yapılan tezkere görüşmelerinden bir gün önce yayımlanan ve sözcülerinin Meclis kürsüsüne de taşıdığı 14 maddede veriliyor.

Muhalefet partileri önceki oylamalarda da ‘hayır’ oyu kullansalar daha doğru davranmış olurlardı. Öyle yapmayan parti, bugün iktidarın Suriye politikasına yönelttiği eleştirilerde yer alan yanlışlıkların sorumluluğunu paylaşmış durumda.  

İYİ Parti, kendi milletvekillerini ‘evet’ oyu kullanmaya yönlendirerek yalnız yakın geçmişteki olumlu oylarıyla destekledikleri eski yanlışların değil, bundan sonra meydana gelecek olumsuzlukların da sorumluluğunu üstlenmiş oldu. [Bir İYİ Parti milletvekili ‘hayır’ oyu kullandığını açıkladı.]

Muhalefet partileri iktidarın çeşitli mazeretleri kullanarak üzerlerine gelmesinden çekinerek politik tavır benimserlerse kendilerinden bekleneni yerine getirmemiş olurlar. İktidarın ‘milli’ ilan ettiği veya ‘beka sorunu’ saydığı konularda muhalefetin iktidara destek çıkmasına bir itirazım olamaz; ancak Suriye politikası gibi başından itibaren yanlış yönetilmiş bir konu herkes tarafından görülmekteyken, sırf ‘milli’ veya ‘beka sorunu’ diye sunulduğu için benimsenip desteklenmeli midir?

Elbette hayır.
Fakat bizde siyaset biraz da böyle anlaşılıp böyle yürütülüyor.

Hükümetin Suriye politikasında önemli dönüm noktaları var. Astana’da Rusya ile belli konularda mutabakat sağlandı ve o mutabakata uygun uygulamalarda bulunuldu. Aynı türden bir mutabakat arayışı, bu defa ABD ile, Cenevre’de arandı; orada istenilen bir sonuca ulaşılamayınca Türkiye’nin kendisi tek başına ABD’nin asker bulundurduğu sınırdaş bölgede bir güvenlik zonu oluşturdu.

İki bölgede de bugün ciddi sorunlar yaşanıyor.

Ayaklanmaların 2011’de direnişe dönüşmesiyle birlikte belirlenen politikanın beklediği sonuç, Beşşar Esad’ın cumhurbaşkanlığının düşmesi, Baas rejiminin sona ermesi, yönetimin Türkiye’nin -daha doğrusu AK Parti iktidarının- istediği kadrolar tarafından devir alınmasıydı.

Cenevre’de bunun için çaba gösterildi.

O sonuca ulaşılamadı.

500 kişinin çatışmalarda öldüğü, 4 milyondan fazla insanın yurtdışında sığınmacı olduğu, bir o kadar insanın da ülke içinde hayatını kurduğu yerden farklı yerlere göçmek zorunda kaldığı, böylece nüfusunun yarısı oy kullanamayacak durumda olan Suriye’de, 26 Mayıs günü yapılan seçimde, Esad, oyların yüzde 95.1’ini aldığını ilan ederek yerinde kalmayı başardı.

Tabii buna başarı denilirse.

Başarı veya değil, ancak Beşar çatışmaların başlamasından 10 yıl sonra bile yerinde kalıyor. İçeride ve dışarıda hala ‘cumhurbaşkanı’ muamelesi görüyor. Arkasında Rusya ve İran var; üzerinde hüküm sürdüğü alanları genişletip duruyor Esad.

Türkiye rejimi değiştiremeyince, ülkesi sınırına yakın bölgede hakimiyet kurmayı önceledi; ancak oradaki askeri varlığı Rusya ve ABD’nin -ve tabii onların bölgesel ortaklarının- itirazlarına ve zaman zaman saldırılarına muhatap.

Kalıcı çözümden her zamankinden daha uzak Suriye sorunu.

Muhalefet işte tam bu noktada alternatif çözüm arayışına girmeli ve kendi çözümlerinin iktidar tarafından kabul edilip uygulanmasında ısrarcı olmalıydı.

O fırsat, tezkere oylamasında Millet İttifakı’nın iki ana partisinin konuya ve oylamaya farklı yaklaşmaları yüzünden kaçırıldı.    

İktidar bu durumu ittifakı çatlatmak için kullanabilir.

Bizde siyaset böyle yapılıyor çünkü.'