Halen Yazılan Roman: “Papadopulos Apartmanı”

1907 yılında Galata Kulesi'nin eteklerinde inşa edilmiş, ‘art nouveau’ tarzıyla göze çarpan, yüzyılı aşkın bir süredir tarihe tanık olmuş ve zamanın tüm acımasızlığına inat ayakta durmayı başaran Papadopulos Apartmanı…

Kendi kuramını yaratmaya namzet bir eser olarak dikkatleri çeken, Altar Kaplan’ın Alfa Yayınları’ndan yayımlanan ilk romanı “Papadopulos Apartmanı” kısa bir süre önce 3. baskısını yaparak raflardaki yerini aldı. 

Fotoğrafları ve enstelasyonlarıyla tanıdığımız Altar Kaplan, bu defa anlatıcı kimliğini ortaya koyarak bizleri Galata'da, farklı olduğu kadar da tanıdık bir dünyaya davet ediyor. Papadopulos Apartmanı'nda, renkli kişilikleri ve göndermeleriyle günümüz insanını, yaşadıklarını, özellikle de toplumun bireyler üzerindeki yansımalarını biraz alaycı, ama bir o kadar gerçekçi şekilde dile getiriyor. Bu kendine özgü binanın tarihiyle Cumhuriyet tarihine paralel bir patika açıyor.

Romanda ilk epigraf olarak kullanılan, yeni roman akımının teorisyenlerinden, Jean Ricardou’nun; “roman artık bir serüvenin yazısı değil, bir yazının serüvenidir,” sözüyle,eserin izleği işaret ediliyor. Gerçek dünya üzerinde konuşmanın gerekmediği fakat sanatın dünyası hakkında konuşulmazsa o dünyanın var olmayacağı, gerçeği…

Şöyle ki; Papadopulos Apartmanı’nın; bazı yazarlardan çeşitli atıflar üzerinden; Baudelaire’dan hareketle, “bir başı sonu olmaması, sayısız bağlantının rastlaşması ile oluşan bütünlüğün aslında bölünebilir parçalarda da kendi başına var olabileceği”, Calvino’nun “bir nesne bir amaç üzerinde toplanmayan bir kitap olması” ya da Montaigne gibi “bir yere varmaktansa yolda olmayı seven” bir tarzda yazılması ya da Sterne’nin söylediği gibi “bir sonraki sayfada ne yazılacağı tahmin edilemeyen bir kurguya” sahip olması yönüyle oldukça akıcı olduğu; kaçınılmaz şekilde; iletişimsizliğe, entelektüel özentiliğe vurgu ve tipik küçük burjuva konformist hayatının rahatsız ediciliğine değinmek için mecburen didaktik öğeler barındırması nedeniyle ise kimi zaman okuyucuyu zorlayıcı olduğu, söylenebilir.

Diğer taraftan, metaforik anlamda romanda yaratılan atmosfer adeta, Andreas Gursky’nin “99 Cent II Diptychon” ve “Rhein II” isimli fotoğraflarının arasında gidip gelmekte. Durgun, sade, dolayımsız “Rhein II” ve hareketli, karmaşık, dolaylı “99 Cent II Diptychon”… Bu gerilimse Borges’in tanımlamasından hareketle, “romanda samimi bir atmosfer” yaratmakta...

Romandaki ana karaktere gelince, bu adam, temelinde hem ruhen hem bedenen “gezen” bir adam; Cervantes’in Don Kişot’u, Gogol’un Çiçikov’u gibi... Fakat onların aksine temas etmekten, değmekten çekinir, bir akademisyen misali teğet geçer çoğu zaman. Modern yolların, otobanların büyük şehirlerin içinde geçerken küçük şehirlerin etrafından dolaşması gibi o da bazılarına yakınlaşmaya çalışırken bazılarından beri durmaya uğraşır… Adeta gizliden gizliye çevresine, “kendini onaylatmak için yaşar.”

Aynı zamanda ismini bilmediğimiz bu ana karakter, hastalığını yenmeye çalışan, “yaşamın kendisini değil kurallarını sürdürmeye boyun eğen” modern bireydir. Buna çabalarken de, kendisine rağmen, öğretilmiş bir mutluluk peşinde koşmaktadır. Bütün dertleri aslında, “kıstırıldığı yerden yırtmaya” çalışırken “odasında, evinde kalmayı bilmemesinden” kaynaklanmaktadır. Mutsuzluğu ve hatta ailesinin mutsuzluğu ise Tolstoy’unda belirttiği gibi “kendine özgüdür”. “İlginin ve umudun terk ettiği bir yaşama kavuşuncaya, acelesi kalmayıp, yaşamın kıyısına konuşlanıp rahatlayıncaya” kadar da “kendisinden başka herkes olmaya” devam eder. Sonunda öylesine gezecek kadar “aylak” bir adamdır o...

Okuyucunun da takdir edeceğiüzere yazar, “tamamen yaşamın kendisi olsa” bu romanı yazamazdı fakat kendi hayatından başka bir şey yazdığını da söylemek zor. Ancak, kesin olarak, Altar Kaplan, “yaşamı değil üzerine bir hikâye yazmış” diyebiliriz…

Gerek üslup gerekse kurgusal yapısı gereği, yazarın sonradan yayımlanan tüm romanlarının neşet ettiği temel metin olmasıyla aslında uzun bir yolculuğun ilk adımı olarak görülebilecek “Papadopulos Apartmanı” sadece bu toprakların edebiyatının değil dünya edebiyatının köşe taşlarından biri olarak anılıp anılmayacağını ise zaman gösterecek…