2.BÖLÜM: HER HAREKETLİ ÇOCUK HİPERAKTİF MİDİR?

Genel anlamıyla hiperaktivite, “olağan dışı bir hareketlilik veya anormal derecede aktif olma eğilimi” gösterenler için kullanılan bir tanım ve genellikle DEHB (dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu) de buna eşlik ediyor.

Bu tanımdan yola çıkarak anneme çocukluğumu sorsanız “beş çocuğumun içinde en sakin büyüttüğüm çocuğumdu”, der. Öyle ki, bebekken mamamı bile beni uyandırarak verirmiş. Bunun yanı sıra ilk çocukluk yıllarıma dair hiçbir davranışım hiperaktiviteye ya da DEHB’ye uymuyor. Hatta bir yere gidip geldiğimizde en hızlı yorulan ve bunu uykuyla telafi eden bir çocuktum. Ergenlik yıllarımda da bununla ilgili ne öğretmenlerimden ne yakın çevremden hiçbir bir geri bildirim almadım. Dikkat eksikliğim var mıydı? Her çocukta olduğu kadar ama asla fazlası değil. Hatta bazı konularda dikkat sürem ve yoğunluğu ortalamanın üstündeydi bile diyebilirim. Öğrenme güçlüğüm var mıydı? Nispeten, evet. Sık tekrarlarla öğrenirdim ama öğrenirdim. İşitsel algım görsel algıma göre zayıftı. Bu yüzden yabancı dil öğrenme ya da şarkıların sözlerinin tamamını hatırlama gibi becerilerde zorlanıyordum. Buna rağmen en yakın lise arkadaşım beni zeki bir öğrenci olarak hatırlar. Başarılı diyebileceğim bir öğrencilik hayatım oldu ve üniversitede istediğim bölüme ilk yılımda yerleştim. Yetişkinlik yıllarımda ise benimle çalışan partnerlerimden hızlı hareket ettiğim ve bana yetişemediklerini sıklıkla duymuşluğum var. Peki, bu bir hiperaktivite belirtisi miydi? Yoksa sadece hareket etmeyi seven, yaşam enerjisi yüksek bir birey miydim? Bana sorarsanız kesinlikle hiperaktif değildim. Belki biraz tez canlı! 

Öğretmenlik hayatım boyunca hiperaktivite eğilimi olan pek çok çocuğa rastladım. Hiperaktif çocuklar genellikle mekân ve zaman fark etmeksizin dürtüsel olarak hareket ederler. İçsel bir basınç onları sürekli tetikler. Ders ya da etkinlik sırasında aniden bağırabilir, kendilerini yere atabilir ya da arkadaşlarını rahatsız edecek davranışlar sergileyebilirler. Kendilerini ifade ederken bile elleri, kolları, başları ya da bacakları hareket halindedir. Bedenlerini hareket ettiremediklerinde farklı ses ve mimiklerle, daha ileri durumlarda ise bedensel(motor) ve/veya vokal tikler geliştirerek bu enerjiyi kanalize etmeye çalışırlar. Birçoğu oldukça zeki olmasına rağmen hareket etme ihtiyaçları dikkatlerini dağıtır ve öğrenme performanslarını olumsuz yönde etkiler. İşte bu durum DEHB (dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu)’yi de beraberinde getirir. Enerjileri doğru kanalize edilmediğinde güçlü alanlarıyla değil hareketlilikleriyle ön plana çıkarlar ve bulundukları topluluk tarafından etiketlenirler. Bu da kendilerini gerçekleştirme yolculuklarında psikolojik olarak derin darbe aldıkları ve birçok eleştiriye maruz kaldıkları zorlu bir süreci başlatır. Bir uzman desteği almak hem aileleri hem çocuğu rahatlatır. Hiperaktivitenin ilaçla kontrol altına alınması elbette mümkün ama gerekli tetkiklerin yapılması ve iyi bir uzman değerlendirmesi şartıyla. İlaçların sağladığı yararların yanı sıra zararlarını da düşünürsek, ben kendi adıma bu çocuklardan hangi iyi şeyleri alıp götürdüğünü de hep merak etmişimdir. O nedenle, farklı gelişen bu çocuklar için “başka neler mümkün” sorusunu hepimiz kendimize ve birbirimize bir daha sormalıyız. Azımsanmayacak kadar fazla sayıda olduklarını düşünürsek, mevcut eğitim sistemi içinde bu çocuklara uygun bir alan yaratmak, kurumların eğitim anlayışlarını bu çocukları da kapsayacak şekilde yeniden yapılandırmak, okulların, öğretmenlerin ve ebeveynlerin önceliği olmalı. Her okul farklı eğitim anlayışına sahip olsa da her öğretmen kendi sınıfında var olan ve doğru yönlendirildiklerinde harikalar yaratacak bu çocuklar için çok daha fazlasını yapmalı.

En az eğitim kurumları kadar aile tutumları da bu çocukların yaşamlarını doğru kurgulamalarında önemli bir yer tutuyor. Kendi çocukluğumu düşündükçe aileme, özellikle de anneme sonsuz minnet duyuyorum. Biz sabahtan akşama kadar sokakta oynayabilen çocuklardık. İp atlardık, koşardık, bisiklete binerdik. Annem hafta sonları bizi anneanneme götürürdü. Yorulana kadar anneannemin bahçesinde oyunlar oynar, keşifler yapar, ağaçlardan incir ve armut toplardık. Ağaçtan düşen kumru ve karga yavrularını tedavi eder, beslerdik. Doğada piknik yapardık ve neredeyse her yere yürüyerek giderdik. Evimiz çok küçük olmasına rağmen annem bize salıncak kurardı. Odanın duvarlarına tebeşirle yazı yazmamıza izin verirdi. Annem aynı zamanda çok becerikli bir kadındı. O yıllarda bolca dikiş diker, kanaviçe işler, örgü örerdi. Boya, badana, tamirat gibi zorlu işleri bile kolaylıkla yapardı. Tüm bu işlere olan ilgim (sanırım annem iyi bir rol model olduğu için) zaten yüksekti. Bir de üstüne annemden neredeyse her gün duyduğum ve beni hayatın içine davet eden, “bakmakla öğrenilse, kedi kasap olurdu” manifestosu bu anlamda hayatımı şekillendirdi diyebilirim. Daha küçük yaşlarda kız kardeşim ve bana desenli buzdolabı ve masa örtüleri işletirdi. Sevdiğimi bildiği için dikişin ayrıntılı teyelleme işlerini bana yaptırırdı. Börek ve baklava hamuru açtırırdı örneğin; “hepsi aynı boyda ve aynı incelikte olmalı” derdi. Düşünsenize aslında her biri tam bir dikkat ve konsantrasyon çalışması! Hiperaktif eğilimlerim vardıysa da annemin bizi tüm bu işlere doğal yaşantımız içinde dahil etmesi belki de bende DEHB’yi önledi. Benim gibi hareket etmeyi seven bir çocuğa bu aile armağan gibiydi.  Bir şansım da o yıllarda tüm yakın çevremde bu donanıma sahip insanların çokluğuydu. Her zaman ilgimi çeken ve yapmak isteyeceğim şeylere rastlayabiliyordum. Yetişkinlik döneminde ise hayatın bana sunduğu tüm fırsatları sonuna kadar değerlendirdim. Daldım, tırmandım, zıpladım, koştum, ata bindim, dans ettim. Baktım hala enerjiğim, yogaya başladım ve durmanın da hareket etmek kadar beni rahatlattığını keşfettim. Benim gibi çocukların bu güzel deneyimi daha erken yaşlarda yaşaması için çocuk yogası eğitmenliği eğitimi aldım ve çocuk yogası eğitmeni oldum.  Şimdi nasılsın derseniz, yaşadığım ve deneyimlediğim bu coşkulu hayatın bana kattıklarına minnettarım. Hem hayatım boyunca ilgi duyduğum şeyleri yaptım, hem de kendimce tatminkâr bir hayat başarısı yakaladım. 

Sözün özü, öğretmenlerin ve ebeveynlerin bu tür çocukların anlaşılma ve hareket ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik anlamlı çabaları, onların öz saygı gelişimleri ve gelecekteki hayat başarılarında belirleyici bir rol oynar. Dahası kendileri olarak var olmalarını ve hayattan keyif almalarını sağlar. Bu anlamda bizler, öğrencilerimizin geleceğine söz ve tutumlarımızla, onlara sunduğumuz kendilerini gerçekleştirme alanları ve öğrenme ortamlarıyla hikayeler inşa ederiz. Ben öğrencilik hayatım boyunca beni anlamayı önemseyen bir öğretmene ihtiyaç duydum. İlkokuldaki beden eğitimi öğretmenim “sana güveniyorum, istersen başarırsın” diyerek bana hayatım boyunca sarıldığım ve güç aldığım bir özgüven hediye ederken, beni sorgusuzca tokatlayıp azarlayan diğer öğretmen ruhumda kocaman bir yara açtı. İlkini sevgi, minnet ve saygıyla hatırlarken diğeri bende sadece “herkes öğretmen olmamalı” düşüncesini hala canlı tutuyor. 

Bakmakla görmenin iki farklı algılama düzeyi olduğunu düşünürsek, dikkatle baktığınızda çocukları tüm ayrıntılarıyla görebileceğimize inanıyorum.  Bugünden başlayarak çocuklarınızın geleceğine gülümseyerek ve minnetle hatırlayacakları anlamlı hikayeler inşa edebilmenizi diliyorum…