1789 yılından itibaren imparatorlukları Fransız devrimi kasıp kavururken özgürlük adalet demokrasi kardeşlik gibi kavramlar kulaktan kulağa yayılmaktaydı. Dünyada çok hızla yayılan bu kavramlar Osmanlı coğrafyasında da fırtınalar estirdi. Bu, öyle bir fırtınaydı ki; kimi zaman Osmanlının batı dalını, kimi zaman güney dalını kırdı. Dünyada hanedanlığa dayalı imparatorluklar birer birer çökerken Osmanlı bu yeni kavramlara ve düşünce yapısına kendini adapte edemedi. Prof. Dr. Halil İnalcık’ın ifadesiyle, “1908 Devrimi aslında “saltanatı fiilen yıkan, Türkiye Cumhuriyeti’ni hazırlayan bir devrimdir” der.  İYİ Parti Genel Başkanı Sayın Meral Akşener’in konuşmasının sonunda “Parola vatan, işaret namus! Kahrolsun istibdat, kahrolsun zulüm! Yaşasın hürriyet, adalet, müsavat ve meşveret” demesinin sebebi nedir diye bakmakta fayda var. 

Türkiye’deki liberallerin ve siyasal İslamcıların ortak tek düşmanları vardır. İttihat ve terakki zihniyeti. Liberallerle siyasal İslamcıları gayet derinden rahatsız eder. Sadece bunları mı? Hayır. Liberal ve siyasal İslam postuna bürünmüş tüm etnik ayrılıkçıları da. Yine 1908li yıllara gidersek o zaman; din adına İngiliz emperyalizminin tetikçiliğini yapan Said-i Nursi gibi isimler, çıkardıkları Volkan gazetesinden İttihat ve Terakki Fırkasına kin kusmayı görev bilmişlerdi. Yine Yalçın Küçük’ün deyişiyle “Türkiye’nin uzun 31 Mart’ını yaşıyoruz hâlâ” derken aslında bugünü net olarak anlattığını düşünüyorum. Peki neden özgürlük, demokrasi, kardeşlik gibi kavramlar birilerini rahatsız etmektedir? Aslında insan olmanın en önemli olgusu sorgulamaktan geçer. Sorgulamazsan tebaa olursun. Senin yerine başkaları düşünür hatta karar verirler. Mevcut siyasal sistem kişiler üstünden hukuku yorumlamaya başlayınca kural ve kuramlar bu defa kişilere göre değişmektedir. Dün asla teslim edilmez denen papaz apar topar evine gönderilmekte, aslını vermedik sadece izlettik denen organize bir cinayetin suç unsuru ve dosyası topyekûn suçlunun kendisine devredilmekte. Diğer taraftan Gezi olayı ile ilgili Osman Kavala’nın hala içerde tutulmasının dayandırıldığı bir hukuki zemin muhakkak vardır; lakin yukarda bahsettiğim olaylar olunca ‘kişiye özgü hukuk mu var?’ sorusu sorulmaktadır. Yine gezi olaylarının bir kalkışmaya dönüşeceği ya da dönüşmeyeceği tamamen dönemin iktidarının yorumlaması gereken bir durumdur. Ancak gezi olaylarında bahse konu olan PKK’lıların AKM de konuşlanmaları, bölücü terör örgütlerinin gezide iyi niyetle bulunan insanlarımızın arasına karışmaları, vandallık düzeyinde eylemlerin yapılması kuşkusuz kabul edilemez. Ancak bu terörist grupların ve Vandalların sızmaları tamamen devletin ve içişleri bakanlığının iş bilmezliği ve kriz yönetememelerinden kaynaklanmaktadır. Bir diğer bakış açısıyla; O zamanlar her istedikleri iktidar tarafından yapılan, paralel devlet olarak nitelenen, cemaat diye bilinen, FETÖ’cü ihanet şebekesinin işi kaotik bir dönem yaratmaktı; gezi ile birlikte yarattılar. Daha sonra olayların lastik gibi bir o tarafa bir bu tarafa çekilmesi ise yanan canlardan rant devşirmek isteyen siyasilerin aymazlığından başka bir şey değildir. 

Güncel siyasette ise CHP ve İYİ Parti’nin başı çektiği Millet ittifakı Ali Babacan’ın beklenen hamlesi ile küçük bir sekteye uğradı diye düşünülmektedir. Bence Andımızın okutulması konusunda; Cumhur ittifakı ile ittifak halinde olan Babacanın partisinin, Millet ittifakından çok Cumhur ittifakında yer alması gerekmektedir. Cumhur ittifakında çok renkli bir çalışma ortamı oluşur. Andımız konusunda MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’de artık açıklama yapmamaktadır nasıl olsa. Suriyeliler konusunda da Cumhur ittifakı ile aynı düşüncede oldukları kesin olan Babacan Millet İttifakına yerleştirilmiş saatli bir bombadan farklı değildir. Yeni açılım sürecinde de Babacan aktif görev almak isteyecektir. Belki Apo’nun mektubunu kendisi okumak ister. Tabi ki devletin uygun gördüğü bir mecrada. Kendi zamanında zenginleşmeye başlayan muhalefetin tanımıyla “beşli Çete”nin hiçbir ihalesinde kendisini sorumlu görmüyor olabilir. Kendi döneminde ihale kanunu kaç defa değiştirildi hiç bahsetmemektedir. 1999 yılında MHP, DSP ve ANAP tarafından kurulan koalisyon kararları veya Kemal Derviş kararı olarak bilinen bankacılık sisteminin düzenlenmesinin ekmeğini yiyen Sayın Babacan kendisini çok mahir ekonomist olarak görmektedir. Devri sabık konusunda da tavrını net ortaya koyan Babacan; yapanın yaptığı yanına kar kalsın düsturu ile hareket etmektedir. Sonuç olarak Sayın Babacan’da siyasetten beslenen zümreler için bir figürden başka bir şey değildir. Yine Meral Akşener’in bahsettiği belki de en önemli şey Siyasi Ahlak yasasının çıkarılmasıdır ki bu yasa çıkarılmazsa bu vatan yine Meral Hanımın söylediği gibi parsel parsel satılır.

“1 Mayıs”

Emek ve Dayanışma Günü kutlu olsun. Yine kapitalist düzenin yarattığı bir bayramdan bahsedeceğim. İlk kez 1 Mayıs 1856’da Avustralya’nın Melbourne kentinde taş ve inşaat işçileri, günde sekiz saatten fazla çalıştırılmamak için Melbourne Üniversitesinden Parlamento evine kadar bir yürüyüş düzenlediler.1 Mayıs 1886’da Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu önderliğinde işçiler günde 12 saat olan çalışmaya karşı, günlük 8 saatlik çalışma talebiyle iş bıraktılar. 1 Mayıs’ı izleyen günlerde tüm harareti ile devam etti ve 4 Mayıs’ta kanlı Hay market olayı meydana geldi. 1886’da Chicago’da toplanan Amerika işçi sendikaları konfederasyonu, 8 saatlik iş günü için 1 Mayıs’ı grev ve 8 saat uygulamasını fiili olarak hayata geçirme günü olarak belirledi. 1 Mayıs 1886’da grev ve gösterilere yarım milyon işçi katıldı. Grev ve gösteriler, 1 Mayıs'tan sonra da sürdü. İşçilerin çoğu 3 Mayıs'ta sokaklara çıktılar. Mc Cormick’e ait fabrikadan çıkarılan ve grevde olan işçiler de miting yaptılar. Miting sona ermek üzereyken Mc Cormick de fabrika düdüğünü çalarak, içerideki grev kırıcıları dışarı çıkarttı. Grev kırıcıları protesto etmek için bir grup işçi fabrikaya yöneldi. İşçilere ateş eden polis, 4 işçinin ölümüne, onlarcasının yaralanmasına neden oldu. Bu saldırıyı protesto etmek için 4 Mayıs’ta Hay market alanında miting düzenlendi. Miting tam dağılırken, çok tanıdık bir olay oldu. Kürsünün önüne, nereden geldiği belli olmayan bir bomba atıldı. Hemen polisin önünde patlayan bomba nedeniyle 7 polis öldü, 69 polis ise yaralandı. Yüzlerce işçi asılsız ithamlarla tutuklandı. Tutuklanan işçilerden sekizi yargılanmak üzere seçildi. Aralarından en gençleri olan Louis Lingg idamından bir gün önce intihar etti. Uygulanan yasal baskılarla bu gösterilerin tekrarlanması engellendi. 14 Temmuz-21 Temmuz 1889’da toplanan ikinci Enternasyonal’de Fransız bir işçi temsilcisinin önerisiyle 1 Mayıs gününün tüm dünyada “Birlik, mücadele ve dayanışma günü” olarak kutlanmasına karar verildi. Böylece ikinci gösteri 1890 yılında yapılabildi. 

Osmanlı Devleti döneminde işçi örgütlenmesinin en gelişmiş olduğu yer Selanik’ti. 1911 yılında Selanik’te tütün, liman ve pamuk işçileri, 1 Mayıs gösterisi düzenleyerek bugünü kutladılar. 1912 yılında İstanbul’da ilk defa 1 Mayıs kutlaması gerçekleşti.1935 yılında 1 Mayıs’a “Bahar ve Çiçek Bayramı” adı verildi ve ücretsiz tatil günü ilan edildi. 

İşçi sınıfı diye, çalışanları sınıflandıran eski SSCB ise ilk olarak 1 Mayıs’ı 1918’de Moskova’nın Hodinka semtinde yapılan törende kutladı. Kızıl Ordu Bolşevik Devrimi işçi sınıfı önderi Vladimir İlyiç Lenin ve eşi Nadejda Krupskaya’nın da bu kutlamalarda boy gösterdiler. Kapitalizmin elinden çalınan işçi sınıfı hakları komünist dünyanın oyuncağı ve propaganda aracı olmuştu bile. 

Türkiye’de işler biraz daha karışık. TÜRK-İŞ Konfederasyon Başkanı Ergun Atalay ile Çalışma bakanı kapalı kapılar ardında pazarlık yaptıktan sonra; mikrofonların açık olduğunu unutan Sayın Atalay canlı yayında “uzasa işi karıştıracağız. En azından kapatalım böyle” dediği duyulmuştu. İşçilerin beklentisinin çok altında bir zamma evet diyen Sayın Atalay Türk, siyaset tarihine jaguarlı sendika patronundan sonra “işi karıştıracağız” sözüyle girmeye hak kazanmıştır.