Son birkaç yıldır yaşadığımız inanılmaz olaylar var. Bunların başında, pandemi kaldıracı olarak adlandırılan COVID-19 salgın hastalığı. Hemen akabinde dünyayı sarsan tedarik zincirindeki kırılma, tüm dünyayı etkileyen enflasyon ve Rusya-Ukrayna savaşı. 

Evet, bu olaylar son iki yıl içerisinde yaşandı ve hâlâ etkilerini yaşamaya devam ediyoruz. İlerde torunlarımıza anlatacağımız o kadar çok şey oldu ki; artık yeter demek zorunda kaldık. Artık dünyada yaşanan bu kâbus bitmeli. Tâbi ki herkes bu kâbus dolu dönemin bir an önce bitmesini istiyordur eminim. Ancak Türkiye’nin bu kâbus dönemini daha derinden yaşadığı kesin.

Ana akım medyada boy gösteren bazı gazeteciler gibi demeyeceğim: “Avrupa ve Amerika’da da çok fahiş fiyatlar oluştu oradaki insanlarda çok ciddi sıkıntılar yaşıyor” diyorlar ya. Bu gazeteci arkadaşlar bu söylemlerine devam etsinler.  Sanki bu gazeteci arkadaşlar Türkiye’de yaşamıyorlar. Örnek verdikleri zaman ya Batı Avrupa’dan ya da ABD’deki enflasyondan dem vuruyorlar. Arada sırada da Türkiye’de de durumun pek iyi olmadığını ancak Avrupa’dan daha iyi durumda olduğumuzu söylemekten de çekinmiyorlar. Bu arkadaşlar ya hesap yapmasını bilmiyorlar ya da çarşı pazar dolaşmıyorlar. İnşallah herkesi kendileri gibi dolar kurundan maaş aldıklarını zannetmiyorlardır.

Patatesin kilosunun 8 TL olduğu bir ülkede asgari ücretlinin ne yemesini ne içmesini bekliyorlar. Asgari ücrete 2022 Ocak’ta yapılan zam %50,5’ti. Yapılan zam ertesi gün elektriğe, doğal gaza ve akaryakıta yapılan zam ile geri alındı. Hem de eskilerin söylediği gibi; kaşık ile verdiler kepçe ile geri aldılar. Asgari ücretliye verilen zam devede kulak kalırken tüm emtialara ortalama %135 zam yapılarak asgari ücretliye verilen zam geri alınmış oldu. Elektrik, doğal gaz, akaryakıt zamları ister istemez tüm sektörlere zam olarak yansıdı. Kimi üretici %100 kimi üretici %150 kimi üretici ise %200 zamla kendisini enflasyon karşısında korumaya aldı. 2021-2022 tarihleri arasında en fazla değer kaybeden para birimi olarak TL tarihe geçmiş oldu. Döviz karşısında da TL’nin değer kaybetmesi ile enflasyon canavarı tekrar vatandaşın gündemine oturmuş oldu. 

Çarşı pazarın enflasyon denetimi ile düzenleneceğini düşünen iktidar bu defa vatandaşı ve esnafı farklı arayışlara sokmaktadır. Ticaretin kendi kendini denetlemesini ve düzenlemesini benimseyen serbest piyasa modelinden çıkıp ceberut bir denetim ile piyasaya yön verileceği çokbilmiş danışmanların son numarası olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir taraftan tüm üretim mekanizmasını etkileyen enerji maliyetlerini yükselteceksin sonra da ‘pahalı satıyorsun’ diye ceza keseceksin. 
İktidarın oturup düşünmesi gereken tek şeyin üretim ve tedarik zincirlerinin tekrar nasıl rehabilite edileceği olmalıyken, baskıcı, devletçi bir piyasa oluşturma çabasının arkasında ne olabilir? Zamanında yapılan yanlış uygulamalar olabilir mi? Merkez Bankası’nda yapılan ve tam olarak açıklanamayan işlemler olabilir mi? Türk modeli olarak adlandırılan yapsın işletsin eksik kalırsa hazineden öderiz modelinin yükü olabilir mi? ‘Vergi Barışı’ adı altında vergisini ödeyenlerin cezalandırılması gibi her altı ayda çıkarılan vergi barışı mı? Ya da milyarlarca TL vergi borcu olanların bir kalemde affedilmeleri mi? Her neyse, yapılan bazı yanlışlar var ve bu yanlışlar sonucu vatandaşın cebinden enflasyon adı altında çalınan alın teri var. Vatandaşın rızkı var. Bu enflasyon hırsızlığının sebebi ve sorumlusu bulunamazsa rahmetli Demirel’in dediği gibi: “Tencere her iktidarı götürür.” 

Yıllar önce Sayın Cumhurbaşkanımızın ifade ettiği ‘üç Y’ ile mücadele artık yeterli olmayacak. Sayın Cumhurbaşkanımız ne demişti bir hatırlayalım.  

“Biz yola çıkarken ‘üç Y’ ile mücadele dedik; yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar. Yolsuzluğa asla müsamâha göstermedik, göstermeyiz”

Evet, Sayın Cumhurbaşkanı bu ‘üç Y’ ile mücadele konusunda haklı ancak artık bu ‘üç Y’ye bir ‘Y’ daha eklenmeli bence. Yoksulluk, Yolsuzluk, Yüzsüzlük ve Yasaklar olmalı. Bu memlekette yaşayıp Suriyeli geçici sığınmacıları ‘ensar-muhacir’ denklemine sokmanın bu memlekete ne faydası olabilir? Ya da bu memlekette Suriyeliler olmasa sanayimiz biterdi diyen AKP’li danışmanlar, vatandaşın karşısına hangi yüzle çıkacaklar? Bir anda nüfusumuz yaklaşık olarak beş milyon arttı, yeni işsizler ordusu oluşturuldu. Gelecek neslin yüzüne nasıl bakacağız? Türkiye’de kimse aç açıkta değil diyen bakanımız İçişleri Bakanlığı’nın verilerini okuyor mu acaba?  Sınırlarımız kevgire dönmüş durumda; İran baypas edercesine Afgan ve Pakistanlıları sınırımıza kadar taşıyor. Biz ise hâla duvar ördüğümüzden bahsediyoruz. Bu kaçak göçmenleri İran’a iade ediyor muyuz? Avrupa rahat uyusun diye hâla Suriyeli geçici sığınmacılara ev sahipliği yaparak kendi demografik yapımızı, ekonomik yapımızı, eğitim kalitemizi bozuyoruz. Bu duruma iktidar bir çözüm arıyor mu? 
Türk devletinin dövize endeksli Türk Lirası hesabı açılmasına imkân tanıması ‘Türk Parasını Koruma Kanunu’na aykırı mı değil mi? Döviz yükselmesin derken Türk Lirası’nın algısının iyice aşağıya çekilmesinden dolayı kimsenin yüzü kızarıyor mu? Yoksa bu da dış güçlerin eseri mi? Mesela ABD’de tarihinin en büyük enflasyonu yaşanıyor, onlar Meksika Pezosu endeksli hesap açılmasına imkân tanıdılar mı?

*

Tüm bunlar yaşanırken MHP’de işler pek iyi gitmiyor sanırım. Kayseri’de ilk olarak İl Başkanı Serkan Tok’un görevden el çektirilmesinin ardından, Kayseri Milletvekili Baki Ersoy’un, Cumhur İttifakı’na halel getirecek söylemde bulunduğu gerekçesi ile istifaya zorlanması, MHP içerisinde bir sıkıntının olduğunu ortaya koymaktadır. Cumhur İttifakı’na AKP’lilerden fazla sahip çıkılması ülkücü camiada derin yaralar açmaktadır. Bu sıkıntılı dönemde MHP’nin Milletvekili kaybetmesi kime artı yazar kime eksi yazar bilemem. Ancak özgül ağırlığı olan Baki Ersoy’un MHP’den ayrılması birçok ülkücüyü derinden üzer.