19. yy’da farklı etnik kimliklerin bir arada yaşadığı Anadolu coğrafyası birçok misyoner grubun ilgisini çekiyordu. Anadolu coğrafyasına ilk gelen misyonerler 16. yüzyılda Fransızlar oldu. Onları Amerikalılar takip etti. Daha sonra Osmanlı üzerinde emeli bulunan bütün milletler… Bu milletler eğitim konusuna da el atarak öğretmen kisvesi altında kolayca misyonerlerini gönderebildiler. 20. Yüzyılın sonunda 337 misyoner okulunda 20 bine yakın öğrenci eğitim görüyordu. 

Peki öğretmen kılığındaki misyonerler neler yapıyorlardı? Yardım faaliyeti adı altında yoksul insanlara yaklaşıp Hıristiyanlığı yaymak, yabancı kültürleri halka empoze etmek ve azınlıkları etki altına alarak Osmanlı’ya karşı faaliyete girişmelerini sağlamak… O halde Osmanlı Devleti bu faaliyetleri bilmiyor muydu sorusu aklınıza gelebilir. Biliyordu elbette. Ancak yıllar yılı alınan ve geri ödenemeyen borçlar ve kapitülasyonlar sebebiyle dış baskıyla karşı karşıya kalmamak için bu faaliyetlere göz yumuldu. 

Lozan Antlaşması ile kapitülasyonlar tarihin çöplüğüne atılınca, genç cumhuriyet tam bağımsızlık için bu misyoner okullarını Tevhid-i Tedrisat ile Milli Eğitim Bakanlığı’na bağladı. Böylece politikaları laiklik ve millilik çerçevesine oturtuldu. Yıllar boyunca büyük düşünürlerin hazırladığı bir plan daha Sevr Antlaşması gibi paçavraya dönüşmüştü. 

YENİ BİR CEPHE AÇILDI

Son yıllarda Türkiye’de yayın yapan, gerek Türkiye orijinli, gerekse yabancı orijinli bazı yayın kuruluşlarının Türkiye’de toplumsal bir ayrışmanın dinamitlerini döşediğini düşünüyorum. Misyoner okullarla benzer şekilde azınlıklarla çok ilgili olan bu yayın kuruluşları genellikle; azınlıkların Türkiye’de yaşam hakkı olmadığı, düşüncelerini ifade edemediği ve devlet baskısına maruz kaldıkları şeklinde yayın yapıyorlar. Bazen de ekonomik olarak Türk halkının zor günler geçirdiği bir dönemde fahişeliği övebilecek kadar alçalıyorlar. 

Basın özgürlüğü konusunda ülkemizde sorunlar olduğuna katılıyorum. Ancak hiçbir ülkede Türkiye’dekine benzer faaliyetlere izin verilebileceğini de düşünmüyorum. Dava edilmemek adına bu fondaş kuruluşların ismini vermeyeceğim. Sadece yaptıkları bazı yayınları paylaşmak istiyorum. Roman toplumu üzerine yapılan yayında konuşan bir vatandaş –ki Roman asıllı olup olmadığını bilmiyorum- şöyle söylüyor: Romanlar toplumu eğlendirmeseydi, bu kadar bile yaşam hakkı tanınacak mıydı? 

Bugüne kadar etnik kimliği sebebiyle öldürülen bir tane Roman vatandaşımız oldu mu? CHP Milletvekili Özcan Purçu Roman kökenli değil mi? Roman vatandaşların hayatlarını anlatan diziler ilgiyle izlenmiyor mu? Daha bir ay önce Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Roman vatandaşlara yönelik eylem planını duyurdu. Ayrıntıları internetten bulunabilir. 

Aynı kuruluşun yaptığı bir başka yayın: Türkiye’deki genç Ermenileri hiç dinlemiş miydin? Burada da bir hanımefendi eşit vatandaşlık hayali kurduğunu söylüyor. Türkiye’de farklı etnik kimliklerden cumhurbaşkanımız, başbakanlarımız, bakanlarımız oldu. 1 ay önce Ermeni kökenli Berk Acar Denizli Babadağ’a kaymakam olarak atandı. 

Bir skandal daha… Türkiye’de yaşayan Çerkez nüfusuyla alakalı bir yayında da, “Dünyada en fazla Çerkez nüfusu Türkiye’dedir ve maalesef en büyük asimilasyon da” ifadeleri kullanılıyor.

Türkiye’de genç Yahudi olmak, Türkiye’de Alevi olmak da aynı kuruluşun diğer videolarından bazıları. 
Yazımın ilk bölümünü burada bitirirken Alman vakıflarının Türkiye’deki faaliyetleri hakkında araştırmalar yaparken şehit edilen kıymetli gazeteci Necip Hablemitoğlu’nu saygıyla anıyorum. 

Bir sonraki bölümde Avrupa Birliği tarafından fonlanıp, Türkiye’de ulus devlet yapısının bozulması için çalışmalar yapan fondaş medyayı inceleyeceğim. 

Saygılarımla.