PKK/YPG’nin yeni kocası kim olacak!

Suriye’nin kuzeyindeki terör unsurlarına davullu zurnalı bir harekât hazırlığı içinde olduğumuz açıklandı önce. 
Ancak bir türlü hareket başlamadı. 
Bu konularda uzman Mete Yarar dostuma sordum hafta başında. 
“Bölgede yoğun yağış var” dedi.
Bir iki gün sonra Habertürk’te karşılaştık. 
“Ne oldu harekât” diye sordum. 
“Bazı sorunlar var” yanıtını aldım.
Yarar’la bu konuşmamızdan birkaç saat sonra Trump’ın, “Çekiliyoruz” açıklaması geldi. 
Dün de Türkiye’deki en yetkili ve hatta tek yetkili ağızdan “Biraz erteleme olabilir” cümlesini duyduk. 
Acelemiz yok. 
Teröristler orada, biz buradayız nasıl olsa. 
Ancak ABD’nin çekilmesinin ardından bölgede oluşabilecek yeni dengelere ne kadar hazırlıklıyız!
Diyelim ki, ABD “Gerçekten” çekildi.
PKK/YPG'nin hiçbir siyasi manevra yapmayacağını mı zannediyorsunuz?
Yanılırsınız. 
Bu örgüt yıllardan beri “Fahişeleşmiş” bir yapı.
Para karşılığı birlikte olmayacağı güç yok.
Bu bazen bir süper güç de olabilir, bölgesel bir güç de. 
Örgütün geçmişi sürekli bu tür “Tek gecelik” diyebileceğimiz ilişkilerle dolu. 
Kâh Suriye ile kâh ABD ile, kâh Fransa ile kâh Rusya ile kâh İsrail ile...
Her an herkesle yatağa girebilecek bir örgüt söz konusu olan. 
Emin olun şimdi de boş durmayacaklardır. 
Üstelik müşterisi de çok. 
Ve şimdi büyük ihtimalle Rusya ile görüşmelere başlamışlardır bile. 
Ya doğrudan ya da bunlara bir süredir yeniden yüz vermeye başlayan Esad üzerinden. Zaten Rusya ile yıllardır hiç koparmadıkları bir ilişkileri olduğu da sır değil. 
Peki ya İran? 
Emin olun İran’la da açıklanmamış bir mutabakatları olduğu kesin. 
Görünürde sadece Esad’la anlaşsalar bile Rusya ve İran’ı zaten arkalarına ya da yanlarına almış olmayacaklar mı? 
Peki biz bölgedeki müttefikimiz Rusya ve sıcak ilişkiler kurduğumuz İran ile YPG/PKK ortaklığı oluştuğu zaman ne yapacağız? 
ABD gidiyor diye seviniyoruz da, bu tarafını hiç düşünüyor muyuz?
Bölgenin kötü yola düşmüş çocuğu ya bizim siyasi hısımlarımızdan biriyle yatağa girerse!

***

Siber mi dediniz!

ABD ve Çin başta olmak üzere teknoloji üretimi yapan şirketlerin yarattığı siber güvenlik endişeleri tüm ülkeleri sararken biz ne durumdayız acaba diye sordum. 
Yanıt bir siber güvenlik uzmanından geldi. Biraz uzunca ama bence sonuna kadar okuyun. 
Çünkü bazen rezaletleri özetlemek mümkün olmuyor:
“Sevgili Fatih Ağabey,
"Türkiye, siber güvenlik için gerekli önlemi aldı mı?" sorunuzu okuyunca güldüm... Nedenini size de yazmak istedim.
Türkiye'nin "milli" bir antivirüs yazılımı bile yok. Bilgisayarın tüm giriş/çıkış portlarını konrol eden bu yazılımlar siber güvenlikte kilit noktadadır. Neredeyse tüm devlet kurumlarında client/server modeline uygun antivirüs yazılımlar kullanılıyor. Çoklu kullanıcılı olarak satın alınan bu yazılımların en ucuzu kullanıcı başına 10 dolar. Varın siz devletin bir yıllık antivirüs lisansı için ödediği parayı hesap edin.
Türkiye'deki "kurumsal yazılımın" hali içler acısı. TCDD, Tapu ve Kadastro gibi genel müdürlükler artık e-arşiv sistemi ile iç yazışmaları elektronik ortamda yapıyor. 
Ama durum trajikomik! 
Çoğunluğu özel şirketler tarafından hazırlanan yazılımları, kimisi de TÜBİTAK yazılımını kullanıyor. Özel şirketlere milyonlar ödeniyor. 
Temel sorun ise bu işte bir "standartın" olmaması. A şirketi A1 yazılımının veritabanında kimlik numaralarının toplandığı sütuna "Kimlikno" adını verirken B şirketi B1 yazılımında aynı veri için "TCKIMLIK" adını veriyor. Sonra ne mi oluyor?
İcra dosyalarını takip eden avukatlar kişilerin üstüne kayıtlı araçları UYAP'ta görebilirken tapu kayıtlarının da görülmesi istendiğinde "Yapamayız çünkü Tapu Kadastro'nun sistemi farklı" deniyor; ancak bankalar bu kayıtları görebiliyor. 
Daha trajik bir örnek vereyim size. Adaletin işleyişini hızlandırmak ve savcıların iş yükünü azaltmak için "Uzlaştırıcı" kanunu çıkarıldı; TBB kurslar açtı, sertifikalar verdi. 
İşleyiş nasıl biliyor musunuz? 
Savcılık, hakaret suçu için yapılan şikayeti davaya neden olmadan hallolma olasılığını göze alarak dosyayı uzlaştırıcıya "kağıt" olarak veriyor. Uzlaştırıcı taraflarla konuşuyor, sonra açıyor kelime işlemci programını, yönetmelikle yayınlanmış word dosyasına başlıyor yazmaya: "Savcılık soruşturma no, uzlaştırma no, şüphelinin adı, mağdurun kimlik numarası...."
Taraflara davetiye, teklif ve uzlaştırma raporu olarak taraf sayısına göre üç farklı dosya oluşturuluyor, dolduruluyor ve savcılığa "yazıcı çıktısı" olarak veriliyor.
Fatih Ağabey, bu ilkellik! 
Avukatların zaten UYAP'a giriş imkanı var. Dosyaların elektronik ortamda verilmesi ve geri dönüşün de elektronik ortamda alınmasını sağlamak için bir uygulama yazmak o kadar basit ki... Öyle olsa, avukat girecek UYAP'a zaten belli olan dosya, kimlik, adres bilgilerini hiç yazmadan direkt uzlaşıldı/uzlaşılmadı gibi sonucu yazıp çıkacak. Ama biz hâlâ çıktı alıp dosyaya koymakla uğraşıyoruz.
Birkaç milyon nüfuslu Slovenya'nın geliştirdiği bir antivirüs yazılımı (Nod32) dünyanın her yerinde milyonlarca kişi tarafından kullanılıyor. Seksen milyonluk Türkiye'nin milli antivirüsü bile yok. 
E-devletin hâlâ "yavan" olmasının sebebi de benzer. Çünkü her kurum kendi veritabanını kafasına göre yapıyor bu yüzden verilerin e-devlete aktarılması zor oluyor. Tek bir yapı olsa, veri tabanındaki temel bilgiler aynı sütun adlarıyla derlense, veriyi alıp e-devlete aktarmak dertsiz olur. Tek bir yapı oluşturur, sadece kurum bilgisini değiştirerek veriyi alırsınız. Ama her kurum kafasına göre takıldığı için kuruma özel bir uygulamayla o kurum e-devlete bağlanabiliyor.
Sonra da bürokrasi!
Bir, iki yılda geliştirilecek bir antivirüs milyonlarca dolar tasarruf sağlayacakken, geliştirilecek bir belge yazılımı birçok sorunu toparlayacakken devlet hâlâ adım atmıyor. Seksen milyon nüfusumuz var, ama "süper bilgisayar"ımız yok. Çünkü süper bilgisayarlar derli toplu bir veri alanı içinde çalışacak makineler, savruk ve dağınık ortamlarda iş görmezler.”

***

Şahidim en çok o eğlendi

Sevgili dostum İzzet Çapa bir süredir uğraştığı kitabını sonunda çıkarmış. 
Dün yazıya otururken elime geçti. 
Şöyle bir bakayım diye elime aldım. 
Bıraktığımda kitap bitmişti. 
İzzet Çapa, “En çok ben eğlendim” demiş kitabın adına. 
Şahidim. Gerçekten çok eğlendi. 
Kitapta bir yandan kendini, kendi yaşadıklarını anlatırken, bir yandan da bir Cumhuriyet burjuva ailesinin ökyüsü. 
Akıcı samimi.
Hatta açık söylemek gerekirse biraz fazla samimi. 
Türkiye’de alışık olmadığımız kadar samimi. 
İzzet’in kendisiyle yüzleşmesi de bir yandan çok secimli, bir yandan da insanın içini acıtan bir tarafı var.
Belki İzzet’i ve ailesini tanıdığım için benim çok hoşuma gitti diye düşündüm ama tanımasam da kitabı okuyunca fazlasıyla tanımış olacaktım.
Bu arada Habertürk’ten ayrılış sürecini de anlatmış. 
Anlattığında yalan yok ama eksik var. 
Sevgili İzzet, “Fatih Altaylı’ya istifa edeceğimi söyledim. O da 'tamam' dedi” diyor. 
Doğru. 
İzzet gelip de “İstifa ediyorum” dediğinde “Tamam” dedim ve Habertürk’ten ayrıldı. 
Ama eksik olan şu.
Bu İzzet’in sayısını hatırlamadığım istifalarından sonuncusuydu.
“Saçmalama İzzet” dediklerimi istifasından saymamış☺))

***

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

"Bir ülkedeki elitlerin düzeyinin, o ülkenin gelişmişlik düzeyini gösterdiğini gördüğümüz zaman."

YAZININ TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ