25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü

Kadına yönelik şiddet, bir süre önce hükümet tarafından lağvedilen İstanbul Sözleşmesi’nde; 

“Kadınlara karşı bir insan hakları ihlali ve ayrımcılık anlaşılacak ve bu terim, ister kamu ister özel yaşamda meydana gelsinler, söz konusu eylemlerde bulunma tehdidi, zorlama veya özgürlüğün rastgele bir biçimde kısıtlanması da dâhil olmak üzere, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar ve acı verilmesi sonucunu doğuracak toplumsal cinsiyete dayalı tüm şiddet eylemleri olarak” tanımlanıyor.

Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele’nin Ulusal Eylem Planında (2016): “İster kamu hayatında ister özel hayatta meydana gelsin baskı veya rastgele özgürlüğünü engelleme de dâhil kadınların fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zararı veya ıstırabı ile sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel olan tüm eylemler olarak” ifade edilmiştir. 

Şiddet Biçimleri

Kadına yönelik şiddetin birden çok boyutu bulunmakta. Toplumda erkeğin kadın üzerinde sadece fiziksel bir müdahalenin şiddet olarak tanımlandığı görülmekte. Şiddetin görülmeyen, hissedilen ve zamanla fiziksel etkilere dönüşen türleri vardır. Başta erkeğin kadına zarar verme maksadıyla vurma, itekleme, bir şey fırlatma ve bir nesne ile zarar vermeye çalışması fiziksel şiddeti oluşturur. Erkeğin, kadının istememesine rağmen cinsel ilişkiye zorlaması, cinsel içerikli hakaretlerde bulunma ve doğurganlığı üzerinde müdahalede bulunması cinsel şiddet eylemleridir. Kadına hakaret ederek güçsüzleştirmek, küfür, aşağılama, kadının ailesi ve çevresini tehdit etmesi psikolojik şiddeti ifade eder. Kadının ekonomik olarak varlığını ortadan kaldırmak, çalışmasına engel olup gelirini almak, aile içinde kadına ev ihtiyaçları için para vermeyip kendisine muhtaç bırakmak ise ekonomik şiddeti oluşturmakta.

Kadına Yönelik Şiddetin Sebepleri 

Kadına yönelik şiddetin temelde üç sebebi bulunmakta. Bunlar biyolojik, psikolojik ve sosyal sebeplerden oluşmakta. Şiddetin biyolojik sebebi, sadece erkeklerde değil tüm canlılarda bulunan korunma ve hayatta kalma içgüdüsüyle eyleme dönüşen Fromm’un ifadesiyle savunucu saldırgan davranışlardan meydana gelmekte. Erkek kendi yaşam alanı, iktidar ve otoritesini kadın ile paylaşmak istememektedir. Bu anlamda kadın tarafından kendisine tehlike belirtisi olacak davranış ve söylemlere karşı şiddet eylemleri ile karşılık göstermekte. Ayrıca insanda kalıtsal olarak şiddet ve saldırgan davranışların mevcut olduğu düşüncesi vardı.

Bir tür olarak insanın var oluşu açısından gerçek bir sorun ve tehlike oluşturan şey, işte bu biyolojik olarak uyarlanamayan ve kalıtımsal olarak programlanmamış «kıyıcı» saldırganlıktır. Bu durum insan olma özelliği olarak yorumlanabilir. Psikolojik sebeplerin temelinde insanın saldırgan davranışlara eğilimli olduğu anlayışı yatmakta. İnsanda yaşam ve ölüm içgüdüsünün çatışması ile şiddet eylemleri ortaya çıkmaktadır. Sosyal yaşamın her alanında yaşam içgüdüsünün devamı için saldırgan davranışlar görülmektedir. Bu anlamda şiddet insanın doğasında var olan bir gerçeklik olarak tanımlanabilir. Aile içi ilişkilerde erkek, şiddet elemlerini kendi taleplerinin bir yaptırımcısı olarak kullanmakta. Kadının bu duruma alışkanlık göstermesi şiddet eylemlerini sıradanlaştırarak sürekliliğine yol açmakta.

Şiddetin toplumsal sebepleri şiddet eylemlerini açıklamak için en kapsamlı başlık olarak ele alınmaktadır. Sosyal, kültürel ve tarihsel etkenler şiddetin üzerinde belirleyici etkiler barındırmakta. Eril bir zihniyetin varlığı kadını ötekileştiren ve şiddetle baş başa bırakan yapısı bulunmakta. Ataerkil yapılar bu anlamda şiddet eylemlerinde toplumsal cinsiyet temelli yaşam biçimi ile şiddeti meşru kılmakta. Toplumsal kurumların cinsiyet temelli şiddet eylemlerini onaylaması şiddeti sürekli ve sıradan bir eyleme dönüştürmekte. Bu durum aynı zamanda çevresel etmenlerin şiddeti meşrulaştırması anlamına gelmekte.

İstanbul Sözleşmesi Yaşatır!

İktidarın 2021 yılındaki en çarpıcı icraatı kuşkusuz ki İstanbul Sözleşmesi’nden nefret söylemi içeren beyanlarla çekilmesi oldu. Sözleşmeye yönelik iktidar iddialarının ve söylemlerin gerçek olmadığı, iktidarın sözleşmeden çıkmaktaki asıl niyetin, kadını eve hapsetmek ve kadını birey olarak kabul etmemek olduğunu açık biçimde ortada. Bu anlamda kadına yönelik şiddet ve cinayetleri durdurmak için İstanbul Sözleşmesinden çekilme kararı geri çekilmeli, ceza kanunlarında kadınlara yönelik suçlara ilişkin ayrı bir suç ve ceza politikası zaman kaybetmeden tanımlanmalıdır. Keza var olan yasalarla cezasızlık kadınları maruz kaldıkları suç karşısında adalet aramaktan alıkoyarken failleri cesaretlendiriyor ve hatta suça teşvik ediyor.