Son bir yılda Elazığ ve İzmir'de meydana gelen ve onlarca vatandaşımızın hayatını kaybettiği depremler ile bu depremlerin artçıları olan binlerce depremin şiddeti, büyüklüğü, derinliği gibi parametreler, buradaki Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü'ndeki merkezde ölçülüyor. 

153 yıldır deprem araştırması yapan Kandilli Rasathanesi Müdürü Prof. Dr. Haluk Özener ve Bölgesel Deprem-Tsunami İzleme ve Değerlendirme Merkezi Müdürü Dr. Doğan Kalafat, 1895'ten beri deprem gözlemi yapan bu yerin tarihçesinden günümüz teknolojik cihazlarla depremin nasıl ölçüldüğüne kadar nasıl çalıştığını bizler için anlattı. 7 büyüklüğündeki bir depremin bu coğrafyada her 6 buçuk yılda bir meydana gelebileceğinin altını çizen  Prof. Dr. Haluk Özener, "En son deprem de 2011’deki Van depremi. İstatistiğin biraz üzerindeyiz. Ama bu ‘şurada olacak’ demek değil. Türkiye’nin herhangi bir yerinde büyük deprem olma olasılığı yüksek. Zaman verme şansımız yok.” diyor. 

İşte, biz hissetmesek bile her gün onlarca depremi hisseden Kandilli Rasathanesi... 


Salondaki ekranda, anlık olarak deprem sinyalleri görülebiliyor. Rasathane'nin tarihini anlatan Özener ve Kalafat, Türkiye'nin bir deprem ülkesi olduğunu ancak deprem konusunda zaman ve yer söylemenin doğru olmadığının altını çiziyor. 

İLK OLARAK HAVA DURUMU TAHMİNLERİ YAPILIYOR 

153 yaşındaki Kandilli Rasathanesi’nin ilk olarak Pera’da (Beyoğlu) hava durumu tahminleriyle kurulduğunu söyleyen Prof. Dr. Haluk Özener, merkezin kuruluş serüvenini şöyle anlattı: “Rasathane 1868 yılında bir meteoroloji rasathanesi olarak kuruluyor. Osmanlı Devleti’nde bulunan Fransız Aristide Coumbary’e rasathane kurma görevi veriliyor. 31 Mart Vakası'nda Rasathane tüm cihazları ile birlikte yerle bir ediliyor. Fatin Gökmen hocaya tekrar rasathaneyi yeni yerinde kurma görevi veriliyor. Fatin Gökmen hoca da burayı, İcadiye Tepesi’ni buluyor. Çünkü aynı zamanda astronomik gözlemler de yapacak, dolayısıyla ışık hem yüksekte olması lazım hem de yerleşim olmaması lazım. Meteoroloji gözlemleri başlıyor. 1911’den beri kesintisiz meteoroloji parametreleri gözlemleniyor burada” 

1895’TEN BU YANA DEPREM GÖZLEMİ YAPILIYOR

1894’teki İstanbul depremi olduğunda dönemin padişahı ikinci Abdülhamit’in depremin etkilerini öğrenmek için Kandilli Rasathanesi yetkilileri ile Atina Rasathanesi yetkililerinden bir çalışma istediğini anlatan Özener, eş şiddet haritasının hazırlanmasının ardından ikinci Abdülhamit’in deprem bilimine ilgisi oluştuğunu ve bu bilimin önemini fark ettiğini aktararak şöyle devam etti: “İki tane sismometre siparişi veriliyor. Tanesi 3 bin 200 frank. 1895 yılında iki tane sismometre geliyor ülkeye ve 1895’ten itibaren biz deprem gözlemine başlıyoruz. Bir sismometre Taksim Pera’ya kuruluyor. Bir tanesi de padişahın ikameti olan Yıldız Sarayı’na kuruluyor. Bunun önemi şu; Kandilli Rasathanesi, bugünkü adıyla Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü deprem gözlemini 1895’ten beri yapıyor. Biz 126 yıldır sadece deprem gözlemi yapıyoruz. Tabi ki teknoloji gelişiyor ama bu işe 1895’te başladık. Öyle bir mirasın üzerinden devam ediyoruz” 

Rasathanenin Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü kurulana kadar, meteoroloji çalışmalarını resmi olarak yürüttüğünü söyleyen Özener, Kandilli Rasathanesi’nin sadece depremle gündeme geldiğini ama çok farklı alanlarda çalışmaları olduğunu da anlattı.

‘30 İSTASYONDAN 250 İSTASYONA’

1999 depreminin Türkiye için deprem konusunda bir milat olduğunu söyleyen Dr. Doğan Kalafat, “1999 depreminde 30 tane analog tambur şeklinde, üzerlerinde kağıt olan istasyonlarımız vardı. 2000’li yıllardan sonra bizim networkün gelişmesi ve dünya çapındaki yüksek teknolojiyi kullanmamızla birlikte şu anda Avrupa’nın da en iyi şebekelerinden bir tanesiyiz” diyerek şu an yüksek teknolojiyle çalıştıklarını söyledi. Prof. Dr. Özener de, “1999 depreminde 30 istasyonumuz vardı. Manuel deprem gözlemlerdik. Arkadaşlarımız cetvelle ölçerlerdi. Şimdi geldiğimiz noktada 250 tane deprem istasyonu, yaklaşık 500 tane farklı sensörlerle ve algılayıcılarla veri topluyoruz” dedi.

‘DEPREM SİNYALİ OLDUĞUNDA...’

Bulunduğumuz salondaki ekranları gösteren Kalafat, deprem sinyali geldiğinde neler olduğunu şöyle anlattı:

“Gördüğünüz Türkiye’nin değişik yerlerinden gelen sismik sinyaller. Her biri farklı bir şehir ve yerleşim yerinde, lokasyonda. Onların her birinde deprem sinyali olduğunda görevli arkadaş görüyor ve hızlıca bütün veriyi çekiyor. Depremin kaynağına en yakın olan ilk gelen istasyon oluyor. En uzak olan, daha geç gelen oluyor. Sismik sinyalin de bir seyahat zamanı oluyor. Seyahat zamanına göre sıralıyor, ondan sonra bir program vasıtasıyla çözüyor. Hızlı bir şekilde büyüklüğünü ve depremin parametrelerini veriyor. Verdikten sonra da bunun dağılımını yapıyor. Örneğin, web’e, SMS, Twitter gibi... Bu bilgi dağıtılıyor.”

‘ZAMAN VERME ŞANSIMIZ YOK’

Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğunu söyleyen Haluk Özener, şu konulara dikkat çekiyor: “500’ün üzerinde deprem üretecek fay var. Türkiye’nin herhangi bir yerinde, herhangi bir zamanda deprem olmasının sürpriz olmaması gerekiyor. Yerin altını öğrenmeye çalışıyoruz. Marmara’da bir deprem bekleniyor, Erzincan’ın doğusunda Yedisu var, uzun zamandır kırılmamış yer var. Doğu Anadolu fayı üzerinde bazı yerler var. Antakya var çok zamandır konuşulmayan, çok uzun zamandır deprem olmayan. Spesifik bir yer söylemek çok anlamlı değil. Türkiye’de ortalama günde 60-70 tane deprem çözüyorsunuz. 100 küsur yıldır bu işi yaptığımız için bütün hikayeyi biliyoruz. Bazı istatistiklerde gecikme var. 7’nin üzerinde deprem ortalama her 6 buçuk yılda bir bu coğrafyada oluyor. En son deprem de 2011’deki Van depremi. İstatistiğin biraz üzerindeyiz. Ama bu ‘şurada olacak’ demek değil. Türkiye’nin herhangi bir yerinde büyük deprem olma olasılığı yüksek. Zaman verme şansımız yok.”

‘DOĞA OLAYININ STANDARDI YOK’

Depremin kaotik bir olay olduğunu ve davranış şeklinin değişebildiğini belirten Kalafat ise şu bilgileri paylaştı: “Örneğin, 1925’te Dinar’da aynı fay zonu üzerinde 6.1 büyüklüğünde deprem oluyor. Fakat 1925’teki o depremin bir ön şok aktivitesi yok. 1995’te aynı fay zonu üzerinde tekrar bir deprem oluyor. Aynı özelliklere sahip ama onun 1 hafta öncesinde inanılmaz bir ön şok aktivitesi var. Belki 2040’lı yıllarda aynı fay zonunda yine bir deprem olursa, yine farklı davranacak. Doğa olayının öyle bir standardı yok. Bizim yaptığımız; tehlikeyi belirliyoruz. Marmara’da tehlike var. İster batı segmenti çalışsın, ister orta segment veya doğu segmenti... Herhangi biri çalışsa bile Marmara bölgesinin tamamını, yerleşim yerlerini etkileyecek. Bu kaçınılmaz. Deprem ile mücadelede dirençli bir toplum haline gelebilmemiz ve depreme dayanıklı binalarda oturmamız şart” 

7 GÜN 24 SAAT DEPREM İZLEME

Deprem-Tsunami İzleme ve Değerlendirme Merkezi’nde 28 kişinin çalıştığını söyleyen Özener, “8 kişi bu kampüste yaşıyor. 3 vardiya nöbeti vardır, her bir nöbetçi 7 buçuk saat nöbet tutar. Dolayısıyla 7 gün 24 saat buradayız. Herhangi bir deprem gündüz olursa 20, mesai saatleri dışında 8 arkadaşımız anında burada toplanabilirler. Nöbetçimiz zaten burada” dedi.

 
(Sözcü Haftasonu Sevgim Begüm Yavuz)