Yerli ve Milli Gündelik Yaşam Bilim Kurgusu

Daha önce senarist ve çevirmen olarak tanıdığımız Can Kantarcı’nın ilk romanı “Tepemizdeki Gölge”;  Haruki Murakami,  Philip Roth, Italo Svevo ve Kurt Vonnegut’un  gölgeleri üzerine düşen, Türkçe'de örneğine pek rastlanmayan, tuhaf, mizahi ve kıvrak bir  “yerli ve milli” gündelik yaşam bilimkurgusu.

Roman genel olarak, kendisiyle içten içe pek kıvanan, yazarlıkla kafayı bozmuş, farklı olduğunu zanneden son derece standart bir erkek olan romanın ana karakteri Mehmet Kunduracı’nın, “mükemmel” bir kadınla tanışması ve kendini yavaş yavaş baba mesleği ayakkabıcılığı yaparken bulmasının hikâyesi. Kunduracı, hikâyesine, ‘Varlık ve Zaman İnisiyatifi’ adlı bir şirkette çalışan dünyalar güzeli Sude ile tanıştığı sıradaki ruh halinden, hemen sevişerek evlenmelerinden ve İstanbul’dan Eskişehir’e taşınmalarından başlıyor. Ardından, Sude’nin Mehmet’in baba mesleği kunduracılığa ilgi göstermesi sonucu, yazmaya bir türlü odaklanamayan Mehmet’i de ikna ederek el yapımı ayakkabıcılığa soyunmalarını aktarıyor. Sonrasında ise el yapımı ayakkabıcılık teknolojiyle kademe kademe birleşiyor, ortalık karışıyor, eller ayakkabıların, ayaklar ellerin peşine düşüyor ve birtakım yaratılanlar ortaya çıkıyor.

‘Tepemizdeki Gölge’, genelde Batılı bir bakışın hâkim olduğu bu türe, özel bir Türkiye ortamı ve o ortamda bir yandan sıkışırken o ortamın ortaya çıkmasına da katkısı olan bir karakter ortaya koyarak, ortaya mizahın kuvvetle ortaya çıktığı bir esinti getiriyor. Anlatımda mizahla birlikte argo da önemli bir yer tutuyor. Ancak argonun kullanımı ile ilgili bir dengeden de bahsetmek gerek. Zira bu argo okuru çok da rahatsız etmiyor. 

“Tepemizdeki Gölge”, aslında herkes tarafından bilinen bir sırrı kendince açık etmeye de kalkışıyor: Bilimkurgunun temel ögelerinden birinin, insanımsı varlık yaratımı ve bu varlıklarla kurulan etkileşimlerin aslında herhangi bir hikaye yaratımına dair neredeyse kusursuz bir metafor olması. Yazmaya kalkan her yazar adayının hayalini kurduğu hikâye evreninde ortaya çıkardığı karakterlerin nasıl bir süre sonra kendi başlarına karar alabilen mekanizmalar haline geldiğini, “Tepemizdeki Gölge” ortaya koyduğu kendine has Türkiyelilik halleri üzerinden anlatıyor.