105 yıl önce bu gün; 19 Mayıs 1919 tarihinde mavi gözlü Bozkurt Samsun'a ayak bastı. Aynı tarihlerde İstanbul işgal edilmiş, ecnebi zırhlıları İstanbul boğazında demirlemişler, namlularını Dolmabahçe Sarayına çevirmişlerdi. Anadolu işgal güçleri tarafından parsel parsel paylaşılmıştı. Türk milleti; umudun çok uzak olduğu, fakirliğin, cehaletin, ihanetin, kol gezdiği günlerden geçiliyordu. İstanbul'da yaşayan aydınların bir kısmı İngiliz, bir kısmı Amerika, bir kısmı ise Frasız mandasından yana olumlu tavır ortaya koyuyorlardı. Bu aydın geçinen mandacı kafalar Türkün istiklalini kazanmasını bırakın düşünmeyi, hayal bile edemiyorlardı. Wersay anlaşması ile Almanlar'dan umudunu kesenler Neo Osmanlıcılık fikriyle kafası kesilmiş tavuk gibi ordan oraya çarpıp duruyorlardı. İngiliz Muhripler Cemiyetinde takılanlar Osmanlının parçalınışına alkış tutarken; Ortaduğuda akacak kanın ortığı olacaklarından haberdar bile degillerdi. İngilizlerin ektiği nifak tohumu yeşermeye başlamış, Türk milletine kan kusturmanın kapıları aralanmıştı. 

İşte böyle bir dönemde İttihat Terakki mensubu bir gurup Türk subayı "ya istiklal ya ölüm" düsturu ile yola çıkmaya karar verdiler. Türk milletini tekrar Ergenekon'dan çıkarmaya yemin etmiş bir avuç vatan sever, dağları eritmeyi, dünyayı titretmeyi başardılar. Türk milletinin çevresini saran bu defa demirden dağlar değil, ihanet dolu aydınımsılardı. Küçücük bir kıvılcım tekrar demir dağları eritir, Türkün tunç yüreğini ortaya koyabilirdi. İşte O ateşi yakan Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'den başkası değildi. 

Google'da hadsizliğin sınırını zorlamış "eski Türkiye Cumhurbaşkanı" olarak Atatürkü işaret etmiştir. Eski Türkiye diye bir şey söylemeleri için Türk Devletinin yıkılmış olması gerekiyor. Google'un durumu ise aç tavuk rüyasından başka bir şey degildir.

Genç Türkiye Cumhuriyeti iknci Dünya Savaşına katılmamış ancak bu savaştan kaynaklı olarak büyük sıkıntılar yaşamıştır. Savaşın ne olduğunu bilen dönemin Cumhurbaşkanı Gazi İsmet İnönü Paşa mutiş bir diplomasi savaşı ile Türk milletini kandan ve ateşten uzak tutmayı başarmıştı. Ne yazık ki Türk Dünyasının her tarafı Anadolu kadar şanslı değildi. İkinci Dünya savaşı sırasında ön cephede ölüme gönderilen Orta Asya Türk halkları büyük kayıplar vermişti. 50.00'den fazla Kırım Tatarı Nazilere karşı Sovyetler birliği saflarında savaşırken sağ kalanlar için Stalin şeytanca pilanlarını hemen devreye sokmuştu. 17 Mayıs 1944 gecesi 15 dakika içerisinde 450.000 Kırım Tatarı'nı trenlere balık istifi gibi doldurarak ölüme göndermişti. 200.000 Kırım Tatarı 20 gün süren sürgün yolunda hayatını kaybetti şehit oldu. Daha sonra da çile bitmedi. Köle gibi çalıştırıldılar, dışlandılar, horlandılar. Bulaşıcı hastalıklar, yetersiz beslenme sonrası 450.000 kişiden hayatta kala kala 100.000 kişi kaldı. İşin en vahim kısmı ise sürgün sırasında unutulan Arabat köyünün tüm sakinleri eski bir gemiye doldurularak Karadeniz'de batırdılar. Aynı vahşeti Ruslar1863 Çerkez sürgününde de yapmıştı. 1987 yılına kadar Kırım Tatarları kendi öz vatanlarına ancak turist olarak gelip gidebildiler. 1987 2014 yılları arası öz yurtlarına dönselerde; 2014 yılının Şubat ayı içerisinde Rusya Kırımı tekrar işgal etti. Tatarlar için tekrar göz yaşı tekrar acı başladı.

40 yıllık yorgunluk

1978 yılında ABD tarafından üretilmiş, Bel 212 marka ve model bir helikopter İran'ın kuzeyinde düştü. Bir devletin Cumhurbaşkanının ve Dışişleri Bakanının ölumüne neden olan bu helikopter kazası, dünya tarihinde ender raslanan bir vaka olarak kayıtlara geçti. Ellerini oğuşturan savaş baronları ısrarla Azerbaycan ve İsraili göstererek yeni bir savaşın çığırtkanlığını yapsalar da Türk Devlet aklı bu oyunu bozdu. Önümüzdeki aylarda bu başarı belki basınla paylaşılır. Belki Zengezur koridorunun açılışında verilecek bir resim bu durumu ortaya koyar. Bu arada ölen İran Cumhurbaşkanı Reisi Türk kökenli olmayıp despot İran rejiminin amansız savunucularının başında yer almaktaydı. Ancak yaşanılan kazadan başka bir şey de değildir. Hiç bir şekilde öküz altında buzağı aramaya gerek yoktur. Gerçek olan fakirlikte, adaletsizlikte, devlet faşizanlığında, kadın haklarının ihlalinde, özgürlüklerin kısıtlanmasında, dini baskılarda, Türk halkına yapılan asimilasyonda liderliği elinden bırakmayan bir devlet ararsanız işte o devletin adına İran denir. 

Hesap büyük 

MHP'nin ısrarla Sinan Ateş cinayetinde taraf haline getirilme çalışılmasının arka pilanında ne var? Avrupa'da yaşayan Türklerin asimilasyonunda en büyük problem olan gurupları tanımlamakla başlayabiliriz. Ülkücüler 1970 li yıllardan bu yana Avrupa'da yapılanmasını oluşturmuştur. Yaşadaıkları ülke yönetimleri ve rejimleri ile barışık aynı zamanda Türk milletine ve devletine terddütsüz bağlı olan Ülkücülerin suç örgütü gibi gösterilmesi büyük bir projenin temel ayağından başka bir şey değildir. Sinan Ateş Reisi torbacılara öldürten irade, Avrupa'da Ülkü Ocaklarını terör örgütü olarak görmek isteyenlerle aynıdır. İşin en çirkin kısmı ise MHP ile eski HDP yeni adı ile DEM partiyi aynı kefeye koymaktır. Prof.Dr Emin Gürses'in dediği gibi "MHP'nin kapatılması için parti içinde çalışanlar var" değerlendirmesi çok önemsenmelidir. Görünmez bir el Avrupa'da yaşayan Ülkücüleri suç örğutü gibi görmekle başladıkları operasyonu MHP'nin kapatılması talebi ile sonlandırmayı planlamaktalar. Hadsizliğin sınırını aşmış olan bu operasyoncuların esas hedefi Türk Devletinde rejim değişikliği ve Türk Devletinin isiminin değiştirilmesidir. Hedef Türk Devleti ve Türk milletidir unutmayın. Sonuç olarak Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün gençliğe hitabesini unutanlara hatırlatmak gerektiğini düşünüyorum.

Ey Türk gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin. Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.

Mustafa Kemal Atatürk