Çağımızın Pandora Kutusu; Televizyon


Gazetelerin birinci sayfaları tanıdık simalarla doludur. Defalarca gördüğümüz ve daha pek çok kez göreceğimiz insanlar büyük laflar eder, büyük polemiklere imza atar, büyük işler başarırlar. Önemli bir bölümü siyasetçidir bu insanların. Yine de sporcusu, sanatçısı, mankeni eksik olmaz elbette. Üçüncü sayfalarda yer alanlar ise çoğunlukla ilk ve son defa gazetede yer alan insanlara ayrılır. Andy Warhol'un kehanetinde işaret ettiği 15 dakika en çok bu sayfada gerçek olmuştur. İnsanların üçüncü sayfada bulunmaktan dolayı okurların zihninde işgal ettikleri zaman dilimi okunma süresiyle sınırlıdır. Okurlar ilk sayfada yer alan haberleri başka birine anlatırken habere özne olan kişiden adıyla, sanıyla bahsederler; buna karşılık üçüncü sayfalar sohbet konusu olunca, "adamın biri", "kadının biri" gibi ismi hatırlanmaya değer bulunmayan, cismi kaydedeler görülmeyen nesneler aktarırdır diğer insanlara. Cinayetler, cinnetler, intiharlar, tecavüzler bu sayfalarda yer alan haberlerin başlıca temalarındandır. 

Umut Vakfı tarafından yapılan değişik çalışmalarda Türkiye'de her üç evden birinde, her 10 kişiden birinde silah bulunduğu ve Türkiye'nin silahla işlenen suçlarda dünya dördüncüsü olduğu ifade ediliyor. Okul önlerinde mesken tutan seyyar satıcıların muşta, sustalı, 'Rambo' tabir edilen bıçak, ustura ve ekmek bıçağı gibi "oyuncaklar" satması ise rutin bir vakaya dönüştü. 

Ya evlerimize ve bilinçlerimize kan boca eden televizyon ekranlarına ne demeli? Bir eğlence kutusu olarak görmek gerek televizyonu. Belgeselinden haberlerine, reality şovundan yarışmalarına eğlenceden başka hiçbir esaslı amacı olmamıştır beyaz camın. Zaman zaman başka kaygılar taşıdığını iddia eden diziler olsa da ekran doğası gereği eğlence dışı bir sebebi taşıyamaz. Televizyonun yegâne amacının eğlence olduğunu söylemem ise onun apolitik bir araç olarak gördüğüm anlamına gelmemeli. Tam tersine "eğlence" en eski ve köklü ideoloji aktarım ve empoze aracıdır esasen. Marx'ın yanlış bilinçlenme olarak tanımladığı, Lenin'in ise olumlu bir anlam yükleyerek kullandığı ideoloji, eğlence aracılığıyla kimlik hanesine kaynaştırılır. 

"Öldüren Eğlence"dir televizyon. Öldüren, yani anlatılanı gösterilene dönüştürürken içini boşaltan, değerinden ve anlamından uzaklaştırıp seyirlik, yüzeysel bir nesneye dönüştüren bir makinedir. Ancak görünmek o derece önemsenen, dini bir vecibe gibi benimsetilmeye, yüceltilmeye çalışılan bir şey ki, cinayet işlemeye bile azmettiriyor insanları. Ülkemizde ve dünyada kadına yönelik şiddetin bu denli artmasındaki payı da yadsınamaz. Ağalı-havuzlu villalı dizilerde kadının edilgen bir varlık olarak gösterilmesi, başrol ya da yan roldeki erkeklerin kah silahla kah yumrukları veya tokatlarıyla kadınları “hizaya getirmeleri”, kendilerine âşık olmalarını ya da evlenmelerini sağlamaları olağan sahnelerdendir. TV’de şiddetin bu kadar olağanlaşması gerçek hayatta da olağanlaşmaya yol açmakta.  

Her sene 30 bin kişinin silahla öldürüldüğü ABD'de dev biri geçirdiği cinneti pek çok kişiyi öldürdükten sonra intihar ederek bastırabiliyor mesela. Böylece televizyon için kullanılan "öldüren eğlence" nitelemesi canilerin marifetiyle bir mecaz olmaktan çıkıyor. 

Televizyon "modern cehaleti" bir veba gibi bulaştırıyor zihinlerimize. "Enformatik Cehalet” adı da verebiliriz bu duruma. Televizyon bazılarının 'eğlendirerek öğrenme', 'öğrendirerek eğlendirme' türünden iyimser ifadelerle formüle ettikleri bir zihni alışkanlık üretir. Bilginin, bir niyet, bir sabır; kısacası bir hazırlık gerektirdiği düşüncesi bugün artık bir kenara itilmiş, ama yerine yeni iletişim ve enformasyon araçlarının etkilerini de açıklayabilecek bütünleşik bir öğrenme kuramı konulmamıştır. Bu yüzden, günümüzde artık öğrenme kuramlarından değil, öğrenmeme, öğrenerek cahil kalma, öğrendikçe cahilleşme kuramlarından söz edilir hale gelmiştir." Bir eğlence kutusu; televizyon. Pandora'nın eğlenceli ve tehlikeli kutusu. Parmenides'in zihnimizi harap eden cinnet bombası.