Geçtiğimiz ay “yüzyılın projesi” adı altında soru işaretleriyle dolu bir sosyal konut projesi başlatan iktidar, şimdi de 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı öncesi adına “Türkiye Yüzyılı” dediği bir “vizyon belgesini” tanıttı. 28 Ekim’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla yapılan programa çok sayıda hükümeti eleştiren gazeteci de davet edildi.

Bu zamana kadar kendisini eleştiren gazetecileri hiçbir programa davet etmeyen iktidar, tarihinin en zor günlerini geçirdiği şu günlerde birden demokrat olduğunu hatırladı(!) ve bir dizi muhalif gazeteciyi de programına davet etti. Programa koşa koşa giden ve  "Dikkatimi çeken şu: partiyi sırtlayan, götüren net bir şekilde Erdoğan" diye analiz yaparak Amerika’yı yeniden keşfeden, yüzyılın siyasal tespitinde bulunan gazeteci eskizleri alay konusu oldu. Bu tespiti yapan arkadaş eğer ortalama bir ilkokul çocuğu zekâsına sahip değilse (ki Erdoğan= AKP demek olduğunu ilkokul 2. Sınıfa giden kızım bile biliyor) belli ki bir yerlere sinyal vermek için yapıyor. Bu topraklar daha önce Melih Altınok, Nedim Şener, Hulki Cevizoğlu gibi gazeteci kisvesi altında kifayetsiz muhterisle çok karşılaştı. 
Medyada Mizancı Murad’ın hayaleti dolaşıyor!

Medyada Mizancı Murad’ın hayaleti dolaşıyor! Kimdir bu Mizancı Murad derseniz; muktedirin mahallesine transfer olmalarından önce mangalda kül bırakmayan bu hızlı gazetecilerin ağababasıdır dersek belki bir şeyler şekillenebilir kafanızda. 

II. Abdülhamid’in istibdat rejimine karşı başkaldıran Jön Türk hareketinin liderlerinden birisi olan Mizancı Murad, 1853 yılında Dağıstan’ın Haraki (Huraki) kasabasında doğdu. 1873 yılında İstanbul’a geldiğinde dönemin Adliye Vekili olan Mithat Paşa’nın aracılığı ve Sadrazam Esat Paşa’nın da yardımı ile Maliye Nazırı Şirvanizade Rüştü Paşa’nın yanında mühürdar olarak iş buldu. 1876–77 yıllarında Vakit ve İttihad gazetelerinde dış politika konularında etkili yazılar yazdı. 

Mizancı Murad’a “Mizancı” adının verilmesi, tatil için gitmiş olduğu Dağıstan dönüşünden sonra, 19 Eylül 1886 yılında çıkarmaya başlamış olduğu Mizan gazetesi nedeniyledir. Bu gazete yayınlandığı devirde oldukça popüler oldu. Mizan gazetesinin 1880’li yıllarda diğer gazeteler arasından sıyrılıp bu kadar popüler olmasının nedeni ise Mizancı Murad’ın yazılarının yanı sıra, o dönemde basının siyasi bakımdan muhafazakâr olmasıydı. Bu itibarla siyasi tahlillere girişmemesi, gazetenin çıkar çıkmaz birkaç cüretkâr tahlille siyasi şöhret sahibi olmasını sağladı. 

Mizan gazetesinde II. Abdülhamid’i eleştirmeye devam edince, 1890 yılında Mizan gazetesi kapatıldı.(Zaten bu devirde yayınlanan gazetelerde başında Hıfzı Bey’in bulunmuş olduğu bir sansür grubunun elinden geçerek yayınlanabilirdi.) Mizancı Murad’ın hükümet ve devlet adamları aleyhindeki yazıları nedeniyle gazetesi birçok defalar kapatıldığı gibi, kendisi de işleri ağır olan Duyun-u Umumiye Komiserliği’ne atanarak bir anlamda onun bu tür yayınlar yapmasının önüne geçilmeye çalışıldı. II. Abdülhamid’e muhalefet yapmak amacıyla 1895’de Avrupa’ya kaçtı. 

Paris'te İttihat ve Terakki Partisi'nin Paris şubesi başkanlığını yürüten Ahmet Rıza'dan da ilgi görmeyince Kahire'ye gitti ve Mizan'ı orada yayımladı. Bu dönemde yazılarında II. Abdülhamid'e ağır eleştirilerde bulundu. Bir makalesinde Sultan'ı tahttan ayrılmaya davet ettiği için idama mahkûm oldu.

1896 yılının Temmuz ayında tekrar Paris'e giden Murad, Kasım 1896'da yapılan kongrede Ahmet Rıza karşıtlarının desteğiyle İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin başına geçti. Cemiyetin merkezini Cenevre'ye taşıdı ve Mizan gazetesinin yayımını Cenevre'de sürdürdü. Artık cemiyet, Mizancı Murad'ın başında olduğu Cenevre ve Ahmet Rıza'nın önderlik ettiği Paris kolu olmak üzere ikiye bölünmüştü. Mizancı Murad'ın cemiyet başkanlığı, 1897'de istifa etmesiyle sona erdi. O yıl, İstanbul'da tanınmış bütün Jön Türkleri toplayıp Trablusgarp'a sürgüne gönderen padişah, Avrupa'daki Jön Türklerin İstanbul'a dönmesini ve Jön Türk gazetelerin kapatılmasını sağlamak için serhafiye Ahmet Celalettin Paşa'yı görevlendirmişti. Mizancı Murad; İstanbul'a dönmeye ikna olan Jön Türkler arasındaydı.

II. Abdülhamid, gazete çıkarmasın diye rüşvete bağladı! 

Mizancı Murad, Ağustos 1897 yılında Mizan’ı kapatıp İstanbul’a geri dönünce padişah sözünde durmadı. Yalnız kendisine Mizan gazetesini kapatmasına karşılık olarak her ay iki yüz altın tazminat (siz rüşvet olarak anlayın) ödemek şartıyla Şurayı Devlet Maliye Dairesi’ne atadı. Murad Bey, 1908 yılına kadar bu görevde kaldı.

1908'de II. Meşrutiyet'in ilanıyla birlikte görevinden ayrıldı ve Mizan'ı yeniden çıkarmaya başladı. Bir yıl sonra 31 Mart gerici darbe girişimi sonrası II. Abdülhamid’in tahtan indirilince aldığı rüşveti unutarak yeniden “muhalif” olduğunu hatırladı ve II. Abdülhamid’i; ...“Sultan Hamid bütün manası ile akıllı bir adam değildi. Bir taraftan vehme kapılmış mağlubiyeti diğer taraftan en basit övgüye tutkunluğu şuurundaki noksanı, hiç olmazsa intizamlığını ispat etmekteydi… Sultan Abdülhamid ancak Osmanlıların zillet ve beceriksizliği sayesinde, otuz sene bu milletin başına önlenemez bir bela olabilmişti...” sözleriyle eleştirdi ve hatta onu Hilafet ve Saltanat düşkünü olarak tanımladı. Ancak İttihat ve Terraki’ye geri dönme çalışmaları karşılıksız kaldı. 1897’de Avrupa’dan dönerek padişahın kapıkulu olması affedilmedi. Bunun üzerine Mizancı, İttihat ve Terakki’ye muhalefete başladı. Bir süre sonra gazetesi kapatıldı, kendisi gözaltına alındı. İttihat ve Terakki yönetimine karşı başlatılan 31 Mart İsyanına karıştığı öne sürüldü; sıkıyönetim mahkemesinde yargılandıktan sonra müebbet kalebentlik cezası ile Rodos'a sürüldü. Rodos ve Midilli'de yaklaşık dört yıl kadar geçirdi.

1912'de genel aftan yararlanarak İstanbul'a döndü. Tedavi olmak için bir süre İsviçre ve Fransa'da bulunduktan sonra tekrar İstanbul'a gitti. Bazı gazete ve dergileri yayımlamayı, İttihat ve Terakki'ye muhalefet etmeyi sürdürdü. 15 Nisan 1917'de Anadolu Hisarı'ndaki yalısında hayatını kaybetti.

Görüldüğü gibi rüzgâr nereden eserse oraya savrulan Mizancı Murad “çorbayı kaynatmayı” bir şekilde başardı ancak çağdaşı olan Tevfik Fikret gibi tutarlı bir çizgide olmadığı için bugün Fikret kadar onurlu ve bilinen bir isim olamadı…