Hamas'ın İsrail'in güneyinde gerçekleştirdiği şaşırtıcı saldırılar ve İsrail'in Gazze'yi vahşice bombalayarak karşı saldırıya geçmesiyle patlak veren şiddetli çatışma, işgalin ve Filistin halkının buna karşı direnişinin süregelen tarihinde yeni bir sayfa oluşturdu. Başını Hamas’ın çektiği bu saldırı akademisyen ve yazar Fatih Yaşlı’nın da son derece yerinde tespiti gibi “daha önce benzeri görülmemiş, statükoyu sarsmakla yetinmeyip değiştirebilecek bir karşı-saldırı başlattı. Bir kısmı yasadışı yerleşimciler olmak üzere sivillerin de yaşamını yitirdiği bu saldırının statükoyu değiştirecek gücü, İsrail kontrolü altındaki topraklara Filistin’den böylesine güçlü bir şekilde ve aniden sızılarak işgalcilere büyük askeri kayıplar verdirilmesinden kaynaklanıyordu.

Statükonun ilk boyutunda bir güvenlik devleti olarak İsrail’in yenilmezliği algısı vardı. Saldırıyla birlikte hem askeri hem istihbari olarak İsrail büyük bir prestij yıkımına uğradı. Vatandaşlarının rızasını onlara sağladığı güvenlik ve dokunulmazlık iddiası üzerinden alan İsrail devleti şimdi bu iddianın sorgulanır hale gelişini yaşıyor, günlerdir sığınaklarda yaşayan İsrail halkı kendisine yönelik en büyük vaadin büyük bir yalandan ibaret olduğu gerçeğiyle belki de ilk kez bu kadar doğrudan ve yoğun bir şekilde yüzleşiyor.” (11.10.2023/ haber.sol.ogr.tr)

“Post Kemalist Stres Bozukluğu”

Statükoyu kıracak çıkış “İslamcı” Hamas’ın önderliğinde çıkınca laisist beyaz Türkleri (Yine Fatih Yaşlı’nın deyimiyle) 'Post-Kemalist stres bozukluğu' tuttu. 22 yıllık AKP iktidarına ve Suriye iç savaşı sonrasında yaşanan Arap göçmen akınına tepkili olan modernistler işi İsrail sempatisine, İsrail saldırılarına övgüler dizmeye kadar vardırdılar.
Bu yazının kaleme alındığı sırada, çatışmanın 15. gününün ardından,  Gazze'deki toplam can kaybı 1756'sı çocuk, 967'si kadın olmak üzere 4 bin 385'e, yaralı sayısı da 13 bin 561'e yükseldi. Öte yandan 306'sı asker 1400 İsraillinin öldüğü, 4 bin 834 İsraillinin yaralandığı bildirilmekte.
 
Hamas'ın İsrail içindeki saldırıları nedeniyle aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu sivillerin hayatını kaybetmesi ve Gazze'de bombardıman nedeniyle kadın ve çocukların da hayatını kaybettiği sivil ölümlerinin artması şiddetle kınanması gereken bir durum.

Aynı zamanda, küresel kapitalist medya ve özellikle batılı iktidar çevreleri tarafından ortaya atılan, yaşananların İsrail işgalinden hiç bahsetmeden İsrail'e yönelik korkunç bir terör saldırısı olduğu yönündeki anlatıyı da reddetmek gerekmekte.

Hamas saldırısı, İsrail'in on yıllardır süren işgali ve Filistin halkına boyun eğdirmesi bağlamında ele alınmalıdır.  1967 savaşından bu yana Batı Şeria ve Gazze İsrail silahlı kuvvetleri tarafından ele geçirilerek son 56 yıldır işgal altında kaldı.

Uluslararası hukuk ve Birleşmiş Milletler kararlarına göre söz konusu bölgeler işgal altındaki topraklardır.  Yıllar içinde Batı Şeria'da yasadışı Yahudi yerleşimleri kurulmuş ve bölge güvenlik bariyerleriyle farklı parçalara bölündü.  Batı Şeria'yı İsrail'den ayırmak için bir duvar inşa edildi.  Bir apartheid sistemi kuruldu.  2022'de Benjamin Netanyahu başkanlığındaki aşırı sağcı hükümetin gelişiyle birlikte Filistinlilere yönelik baskılar daha da yoğunlaştı.  Aşırı milliyetçi hükümet, yerleşimci çeteleri ve aşırı sağcı çetelerin Filistinlileri evlerinden ve köylerinden sürmesi ve cezasız bir şekilde insanları öldürmesiyle Filistinliler için hayatı cehenneme çevirdi. Çatışmadan önce sadece bu yıl içinde 248 Filistinli güvenlik güçleri ve yerleşimciler tarafından öldürüldü, bu da neredeyse günde bir Filistinli anlamına geliyor.

Kudüs'te Filistinli aileler zorla tahliye edilerek evleri işgal ediliyor.  Doğu Kudüs'te bir etnik temizlik süreci yaşanıyor.  Müslüman dünyasının en kutsal üçüncü mekânı olan El Aksa Camii kompleksi, köktendinci ve Siyonist Yahudi çetelerin provokasyonlarına ve güvenlik güçlerinin camiye girerek ibadet edenleri dövmesine sahne oluyor.

Gazze; bir açık hava hapishanesi!

Gazze şeridine gelince, 2007 yılında askeri güçlerini geri çektikten sonra İsrail, 2,3 milyon Filistinliye ev sahipliği yapan şeride abluka uyguladı.  Gazze son 16 yıldır acımasız bir kuşatma altında ve bir açık hava hapishanesine dönüşmüş durumda.  Bu süre zarfında, ablukaya direnme çabaları ne zaman gerçekleşse hava bombardımanı dalgaları yaşandı.  İşte Hamas bu "cehennem şeridinden" harekete geçti ve eşi benzeri görülmemiş son saldırısını düzenledi.

Çok övünülen İsrail istihbaratı ve ordusu gafil avlandı ve İsrail savunma güçlerinin yenilmezliği efsanesi yerle bir oldu.  Netanyahu ve yandaşları intikam almak için Gazze'ye karşı topyekûn bir savaş başlatmaya ve Netanyahu'nun ifadesiyle "Gazze'deki gerçekliği değiştirmeye" karar verdiler.  İsrail Savunma Bakanı Gallant, Gazze'ye yakıt, gıda ya da elektrik verilmeyecek şekilde tam bir kuşatma emri verdi.  Gazze'deki "insan hayvanlara" karşı mücadele çağrısında bulundu.

Dört gündür devam eden hava bombardımanında aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu1000’in üstünde Filistinli hayatını kaybetti, binlerce kişi de yaralandı. Birçok bölgede elektrik, su ya da yiyecek yok.  Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Şefi bu kuşatmayı uluslararası hukuka göre savaş suçu olan "toplu cezalandırma" olarak nitelendirdi.  İsrail Gazze sınırına asker yığıyor ve kara harekâtı çok yakın. Ortaya çıkacak olan şey binlerce kişinin katledilmesi olacaktır. Tüm bu tahribat ve yıkıma rağmen, bu sadece son yetmiş yıldır kurtuluş mücadelesinden asla vazgeçmeyen Filistin halkının yeni bir direniş turuna yol açacaktır.

İsrail'in ana destekçisi olan Amerika Birleşik Devletleri, Filistinlileri katletmek için kullanılacak silahlı kuvvetlere ölümcül silah ve mühimmat sağlamak üzere devreye girdi.  Bu yıllar boyunca ABD ve Batılı müttefikleri, iki devletli çözüme sözde hizmet etseler de Filistinlilerin boyunduruk altına alınmasını engellemek için hiçbir şey yapmadılar.

Türkiye Solu ve Filistin

1960’lı yıllardan başlayarak Türkiye solundan birçok devrimci Filistin’e gitti, Filistinli savaşçılarla Siyonist İsrail güçlerine karşı omuz omuza mücadele etti. 1960 sonrası Türkiye’den Filistin’e ilk kez Gaziantepli Abdülkadir Yaşargün ile hemşerisi Mustafa Çelik isimli gençler, 1 Ekim 1968 tarihinde gittiler.

Mustafa Çelik, 8 Haziran 1969 tarihinde Filistin’deki bir çatışmada öldü. Devrimciler arasında ilk ölümdür bu.
1969’un haziran ayında Deniz Gezmiş, ailesine Kuşadası’na gideceğini söyleyerek evden ayrılıp Filistin’in yolunu tuttu. Gezmiş’in ardından Hüseyin İnan, Yusuf Aslan ve arkadaşları da 10 Ekim 1969’da yola çıkarak Filistin’e gitmişti. Bu çalkantılı dönemin en önemli eylemlerinden biriyse, dönemin İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom’un 17 Mayıs 1971 Pazartesi günü THKP-C lideri Mahir Çayan ve arkadaşları tarafından kaçırılması ve ardından da öldürülmesiydi.

12 Mart sonrası yine 68 kuşağından Bora Gözen, Kerim Öztürk, Cafer Topçu, Ahmet Özdemir, Yücel Özbek, Ali Kiraz, Şükrü Öktü ve Gürol İlban’ın bulundukları Lübnan’daki bir askeri kampa gitti. Oradan Avrupa’ya geçilecek ve Türkiyeli işçiler arasında faaliyet gösterilecekti. Fakat 21 Şubat 1973 gecesi kampın İsrail savaş gemilerince ve helikopterlerce bombalanması sonucu 8 kişi yaşamını yitirdi.

Türkiye Solu şimdilerde eski gücünde olmasa da enternasyonalist kimliğine yakışır bir şekilde ülkenin yaşadığı çoklu kriz konjonktürü ve bu konjonktürde ideolojik olarak savrulan muhalif kitlelerin yaşadığı “post-Kemalist stres bozukluğundan” mustarip kitlelerin ırkçılıkla ve faşizmle buluşmasını önlemek için en gür sesiyle Filistin halkının yalnız olmadığını ve İsrail devletinin sadece Filistinlilerin değil holokosttan sonra Yahudilerin de başına gelmiş en büyük felaket olduğunu haykırmalıdır. Ülkemizde Arap halklarına karşı yükselen ırkçılığın ve faşizmin tek panzehiri enternasyonalist Sol’dur!

Edward Said- Filistin

Edward Said, Fatma Kapısı'nda İsrail kontrol kulesine taş atarken (2000)