Seçme-Seçilme Hakkına Yönelik Saldırı

Türkiye’de demokrasi uzun zamandır ciddi sınavlardan geçiyor. Belediyelere kayyım atanmasıyla başlayan süreç, artık partilerin örgütlerine doğrudan müdahaleye kadar vardı. Son olarak, yetkisi tartışmalı 49. Asliye Mahkemesi’nin kararıyla CHP’nin İstanbul örgütüne kayyım atanması, iktidarın sadece yerel yönetimleri değil, rakip partilerin kongrelerini dahi hükümsüz kılacak bir keyfiyet içinde hareket ettiğini gösteriyor. Bu yalnızca bir partinin iç meselesine müdahale değil; doğrudan halkın seçme ve seçilme hakkına, demokratik kazanımlarına yönelmiş bir darbedir.

“Milli Dayanışma” Masası ve Gerçek Niyetler

İktidar bir yandan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi” adıyla komisyonlar kuruyor, müzakere yürütüyormuş gibi görünüyor. Ancak öte yandan Kürtçe konuşmayı yasaklıyor, masaya oturan partilere aba altından sopa gösteriyor. Buradaki niyet açıktır: herhangi bir demokratik taahhüt sunmadan yalnızca PKK’nin silahsızlanmasına indirgenmiş, tek taraflı bir süreç yürütmek. “Kardeşlik ve demokrasi” söylemi ise bu haliyle boş bir retorikten ibaret kalıyor.

Bölgesel Yayılmacılık ve Çifte Standart

Saray iktidarının politikaları sadece içerde değil, bölgede de benzer bir mantıkla ilerliyor. Ortadoğu’daki paylaşım savaşını fırsata çevirmeye çalışan Ankara, Suriye’yi adeta Osmanlı’dan kalma ata toprağı gibi görüyor. Taliban ve IŞİD artığı çetelerle kurulan ilişkiler, Alevi ve Dürzîlere yönelik saldırılara sessiz kalınması, Filistin’deki katliamlara kayıtsızlık, bu çizginin parçası. İlginç olan, iktidarın aynı zamanda ABD’nin “Osmanlı Millet Sistemi” önerisini hevesle sahiplenmesi ama iş Kürtlere statü tanınmasına gelince kılıcı kınından çıkarmasıdır. Erdoğan’ın Malazgirt kutlamalarında söylediği “kılıç kından çıkar” sözleri ve Bahçeli’nin “ortak askeri müdahale” çıkışı, bu siyasetin tehditkâr yüzünü gözler önüne seriyor.

İçeride Baskı, Dışarıda Savaş Siyaseti

Türkiye’de iktidarın önceliği belli: içeride gerilimi artırarak muhalefeti bölmek, emekçilerin hoşnutsuzluğunu bastırmak ve değişim umudunu dağıtmak. Bu nedenle demokrasiye dair kırıntılara bile tahammül kalmamış durumda. Öte yandan savaş politikaları, içerideki baskıların bir uzantısı olarak işlev görüyor. Yoksulluk, sömürü, doğa talanı ve emperyal şirketlere verilen imtiyazlarla şekillenen bu tablo, aslında tek bir bütünün parçaları.

Mücadele Ortak Zemininde Buluşmak

Bugün CHP’ye yönelik kayyım darbesi, dün HDP/DEM belediyelerine yönelik müdahalelerin devamıdır. Hedef değişse de saldırının muhatabı aslında bütün toplum, bütün muhalefet, bütün emek ve demokrasi güçleridir. Bu yüzden demokrasiye sahip çıkmak, sadece bir partinin değil, Türkiye halklarının ortak sorumluluğu.

Nitekim CHP'nin 38. Olağan Kurultayı'nın iptali istemiyle açılan davanın Ankara’da görülen duruşmasından erteleme kararı çıktı. Bir sonraki duruşma 24 Ekim’de yapılacak. Bu süreç, yalnızca bir mahkeme takvimi meselesi değil; Türkiye’de demokrasinin geleceğini doğrudan ilgilendiren kritik bir eşik olarak görülmeli.

Sonuç: Umudu ve Direnişi Büyütmek

Türkiye halklarının öfkesi ve demokrasi talebi her geçen gün büyüyor. Saray iktidarı son demlerini yaşarken baskıları artırıyor ama bu baskılar aynı zamanda toplumdaki direnç damarlarını da güçlendiriyor. Demokrasi ve özgürlük mücadelesi, içeride ve dışarıda yükselerek sürecektir. Bu mücadeleyi büyütmek, sadece iktidarı tarihe göndermek için değil; aynı zamanda daha eşitlikçi, adil ve özgür bir ülke için zorunludur.