Son dönemde farklı coğrafyalardan gelen haberler, dünya siyasetinde dikkat çekici bir tabloyu gözler önüne seriyor: Fransa’da kitlesel gösteriler, Japonya’da yolsuzluk skandalları, Nepal’de ise ekonomik kriz hükümetleri düşürdü. İlk bakışta birbirinden uzak ve bağlamsal olarak farklı gibi görünen bu gelişmeler, aslında kapitalist sistemin kriz dinamiklerinin ortak bir sonucu olarak okunabilir. Sol bakış açısından mesele yalnızca hükümetlerin istifası değil; bu istifaların ardında yatan sınıfsal çelişkilerin görünür hale gelmesidir.

Fransa: Neoliberalizme Karşı Direnişin Sürekliliği

Fransa, özellikle son yirmi yılda neoliberal reformlara karşı en yoğun sokak hareketlerinin yaşandığı Avrupa ülkelerinden biri oldu. Emeklilik yaşının yükseltilmesi, sosyal hakların tırpanlanması ve işçi sınıfının kazanılmış haklarının budanması, Macron hükümetine karşı milyonları harekete geçirdi.

Fransa’daki protestoların karakteri, salt bir reform karşıtlığını aşan bir nitelik taşıyor. Burada işçiler, öğrenciler ve genç kuşaklar ortak bir zeminde buluşarak neoliberal kapitalizmin “kaçınılmaz” diye sunulan reçetelerine meydan okuyor. Bu hareketler, bir yandan hükümetin meşruiyetini sarsarken, öte yandan halkın kendi özneleşme kapasitesini güçlendiriyor. Sol açısından bakıldığında Fransa, neoliberalizmin kalbinde sürdürülen bir direnişin laboratuvarı niteliğinde.

Japonya: İstikrar Mitinin Çöküşü

Japonya uzun yıllar boyunca Batı dünyasına “istikrarlı kapitalizmin vitrini” olarak sunuldu. Ancak son dönemde patlak veren yolsuzluk skandalları, siyasal elitin sermaye ile iç içe geçmiş çürümüşlüğünü açığa çıkardı. Hükümetin düşüşü, yalnızca bir kişisel başarısızlık değil; parlamenter düzenin toplum nezdinde taşıdığı güvenin hızla eridiğinin göstergesi.

Başbakan Ishiba’nın istifa kararı, Temmuz ayındaki seçim yenilgisinin ardından partisinin içinden gelen istifa çağrılarına ilk başta direnmesinin ardından geldi. Ishiba, ABD ile varılan gümrük vergisi anlaşmasının uygun şekilde uygulanmasını sağlamak istediğini söylemişti.

Geçtiğimiz yıl göreve gelmesinden bu yana 68 yaşındaki siyasetçi, seçim kayıpları nedeniyle koalisyonunun parlamentonun her iki kanadındaki çoğunluğunu yok etti, ekim ayındaki ağır seçim yenilgisi ise koalisyonun daha güçlü olan alt mecliste azınlıkta kalmasına yol açtı.

Japonya’da işçi sınıfı hareketi tarihsel olarak güçlü olsa da son on yıllarda zayıflamış, sendikalar büyük ölçüde sisteme entegre olmuştu. Bu nedenle halkın öfkesi daha çok demokrasi, şeffaflık ve etik siyaset talepleri etrafında şekilleniyor. Ancak bu durum, kapitalist düzenin derin krizlerini perdeleyemez. Sol için burada kritik soru, bu öfkenin örgütlü bir sınıf hareketine evrilip evrilemeyeceğidir.

Nepal: Yoksulluk, Temsil Krizi ve Sokak

Nepal, ekonomik olarak kırılgan bir yapıya sahip. Artan işsizlik, yaşam pahalılığı ve siyasi elitlerin sürekli birbirleriyle koltuk kavgasına girmesi, halkın sabrını taşırdı. Hükümetin düşüşü, sadece bir siyasal istikrarsızlık değil, aynı zamanda kapitalizmin çevre ülkelerde yarattığı yapısal krizlerin yansımasıdır.

Ordu Nepal’de bir nebze sakinlik sağlamış görünüyor. Fakat bu, düzensizlik ve tehlike barındıran bir sakinlik. Bundan sonra ne olacağı belirsiz. Tozun dağılması zaman alacak. Ordu, Katmandu Belediye Başkanı ve sanal fenomen Balendra Shah gibi birini iktidara çağırır mı? Göstericiler, siyasi partilerden bağımsızlığıyla tanınan eski Anayasa Mahkemesi Başkanı (2016–2017) Sushila Karki’yi öneriyor. Bunlar “geçici” figürlerdir; kayda değer değişiklikler yapma yetkileri olmayacak. Siyasetin üstünde olduklarını iddia edecekler, ama bu sadece halkı demokrasiden soğutacak ve ülkeyi uzun vadeli bir krize sürükleyecek. Yeni bir başbakan Nepal’in sorunlarını çözmeyecek.

Nepal’deki toplumsal hareketler, sınıfsal çelişkilerin daha çıplak şekilde ortaya çıkmasına neden oluyor. İşçi ve köylü hareketleri, neoliberal reçetelerin yarattığı yıkımı en doğrudan biçimde deneyimliyor. Bu nedenle Nepal, kapitalizmin “küresel eşitsizlik” üretme kapasitesinin somut bir örneği. Sol açısından burada önemli olan, halkın öfkesini süreklileştirecek örgütlenme biçimlerinin yaratılıp yaratılamayacağıdır.

Karşılaştırmalı Analiz: Ortak Dinamikler, Farklı Biçimler

Fransa, Japonya ve Nepal farklı tarihsel, ekonomik ve kültürel bağlamlara sahip olsa da yaşanan krizlerin ortak noktaları dikkat çekicidir:

  1. Kapitalizmin Krizi: Tüm örneklerde ekonomik eşitsizlik, neoliberal politikalar ya da yolsuzluklar merkezde.
  2. Meşruiyet Erozyonu: Halkın hükümetlere ve geleneksel siyasal yapılara güveni hızla azalıyor.
  3. Sokak ve Halkın Rolü: Kriz anlarında belirleyici güç, halkın örgütlü ya da kendiliğinden gelişen hareketleri oluyor.
  4. Solun Tarihsel Sorumluluğu: Eğer bu hareketler örgütlü bir politik hatta taşınmazsa, sistem kendini yeniden üretecek ve kısır döngü sürecek.

Sonuç: Krizlerden Devrimci Çıkış Mümkün mü?

Bugün Fransa’da hükümet neoliberal saldırılarla sarsılırken, Japonya’da siyasal elitin yolsuzluk batağına saplandığı görülüyor, Nepal’de ise yoksulluğun halkı sokaklara döktüğüne tanıklık ediyoruz. Bu farklı örneklerin gösterdiği tek gerçek var: Kapitalist sistem, kriz üretme kapasitesini yitirmiyor; tam tersine sürekli yeniden üretiyor.

Sorun şu: Bu krizlerden çıkış yolu, mevcut siyasal elitlerin değişmesiyle mi sınırlı kalacak, yoksa halk kendi iktidar alternatifini mi yaratacak? Solun görevi, bu soruya devrimci bir yanıt vermektir. Çünkü hükümetler düşebilir, ama asıl mesele hangi sınıfın iktidar olduğudur. Eğer bu süreçler örgütlü bir sınıf hareketiyle birleşmezse, halkın öfkesi sistemin kendini yeniden üretmesine hizmet edecektir.

Kapitalizmin krizi küreseldir; çözüm de küresel dayanışma, işçi sınıfının birleşik mücadelesi ve halkın gerçek iktidarını kurma iradesinden geçer. Fransa, Japonya ve Nepal, bu mücadelenin farklı sahneleri olarak bugün bize aynı mesajı veriyor: Kriz, aynı zamanda bir fırsattır; önemli olan bu fırsatın kimin ellerine geçeceğidir.