Aslen Diyarbakırlı olan Aziz İhsan Aktaş… Bir kantin işletmesinden çıkıp milyarlarca dolarlık ihaleleri “tereyağından kıl çeker gibi” alan adam. Öyle sıradan bir başarı hikâyesi değil bu; tam tersine, Türk siyasal hayatında deprem yaratan bir dosya. İtiraflarıyla birçok büyükşehir belediyesini salladı, ama bazı belediyeler ve kamu kurumları nedense bu fırtınadan nasibini almadı.

Peki, kimdir bu “Aktaşiler”? Sadece bir iş çevresi mi? Yoksa devlet, siyaset ve terör üçgeninde örülmüş bir ağ mı?

Soruların en çarpıcısı şu: PKK elebaşı, bebek katili Apo’nun İmralı’daki sağ kolu Veysi Aktaş, Aziz İhsan Aktaş’ın amcaoğlu mu? Eğer öyleyse, bu sadece bir tesadüf mü, yoksa yeni “çözüm süreci” masasında yer alan aile bağlarından biri mi? Veysi Aktaş’ın tahliyesinde Aktaşiliğin de etkisi var mı? Bu yapı, Tavşantepe’deki derin ilişkiler ağına kadar uzanıyor mu? Arkasında kimler var? Hangi uluslararası masalar bu tabloyu izliyor?

Kafasını kuma gömen deve kuşugillerden olan kamu görevlileri ve belediye başkanları şunu iyi bilmeli: Görünmez sandığınız günler bitmek üzere. Görünür olduğunuzda, geriye sadece “hesap vakti” kalacak.

Siyasi İkiyüzlülüğün Altın Çağı

Dün, PKK elebaşının asılması için meydanlarda ip atan Sayın Bahçeli… Bugün, Apo’ya “kurucu önder” diyebiliyor. Hangisi gerçek Bahçeli?

Bir yanda “CHP, PKK ile iş birliği içinde” diyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan; diğer yanda PKK için yeni “açılım–saçılım” süreci başlatan AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan. Hangisine inanacağız?

“Kayıtsız şartsız silah bırakacağız” diyen Apo mu gerçek, yoksa bu sürecin garantörü olarak İngiltere veya ABD’yi isteyen Apo’nun papağanı Karayılan mı?

Suriye’de “Biz hâkim gücüz” diyen MİT Başkanı İbrahim Kalın mı gerçek, yoksa PYD’nin Ankara’ya meydan okuması mı?

Ve Zengezur Koridoru… Bize “Türk dünyasının zaferi” diye sunulan proje, aslında ABD ile ikinci kara sınırımız mı? Hatırlatalım: Birincisi, PYD’nin kontrolündeki Suriye topraklarında Türk Dışişlerinin yanlış politikaları sonucu oluşmuştur. Suriye’de Türkmenleri yok sayarsan, ABD’nin Mazlum Abdi denen terör elebaşına yol vermesini görmezden gelirsen olacak olan bundan başka bir şey değildir.

Sonuç ABD Suriye’de komşun olur.

Sahte Ülke Sendromu

Son haftalarda memleketin manşetleri tek kelimeyle özetlenebilir: “Sahte.”

Sahte diploma, sahte pasaport, sahte kimlik, sahte reçete… Yetmedi, sahte bürokrat, sahte imam, sahte psikolog. Hatta sahte umut.

Kurumlara güven endeksi yerlerde. İnsanlar artık sadece devlete değil, komşusuna bile güvenmiyor.

Bu ortamda, Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurul Üyesi İdris Bozkurt’un konuşması sosyal medyada dalga dalga yayıldı. Bozkurt’a göre, işe girerken torpil veya sahte diploma kullanmak doğru değil. Ancak işe girdikten sonra kazanılan para “helal.”

Sayenizde hırsızlar rahat uyuyacak.

Peki ya hakkı yenen fakir fukara? Onların vicdanını kim rahatlatacak? Gerçi siz ona da bir “meşruiyet” bulursunuz…

Bir memur düşünün… İş yoğunluğunun arasında birkaç fakülte diploması, birkaç yüksek lisans diploması, birkaç doktora diploması almış. Hobi olarak bürokraside yöneticilik yapmış. Ölülerin diplomalarını kopyalamışlar, yetmemiş üstüne bir de devlet kadrolarına çöreklenmişler.

Dün FETÖ’cülerin yaptıkları hırsızlıkların daha profesyonel şekli ile karşılaştık. Bazı guruplara soru çalmak serbest, hak yemek helal herhalde.

Bugün değişen ne var? Hiçbir şey. Sadece toplumdaki ayrışma daha da derinleşti.

İmamın diploması sahte, doktorun diploması gerçek mi, bilmiyoruz. Artık kendimizden bile şüphe eder hale geldik.

Tüm bunlar yaşanırken CHP Genel Başkanı Özgür Özel “Derhal seçim, erken seçim” derken 2 Kasım 2025 tarihini işaret etmektedir. Belki 2 Kasım’a yetişmeyebilir ama Kasım ayının son haftası Türkiye erken bir seçime evet diyebilir. Türkiye bu kadar kaotik bir durumu ve gelir adaletsizliğini taşıyamaz.