Kısa bir Vikipedi bilgisinden sonra Lozan ile ilgili tamamen kendi görüşlerimi aktaracağım. 

İsviçre’nin Lozan şehrinde Leman gölü kıyısında bulunan Beau-Rivage Palace’da uzun görüşmeler sonrası 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan bir antlaşmadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle; Britanya İmparatorluğu, İtalya Krallığı, Japon İmparatorluğu, Fransız Cumhuriyeti, Romanya Krallığı, Yunanistan Krallığı, Sırp, Hırvat ve Sloven krallığı taraflarınca imza altına alınmıştır. Fransızca oluşturulan antlaşma Paris’te koruma altına alınmıştır. 

1920 yılı ortalarında I. Dünya savaşı bitmiş ve galip devletler mağlup devletlerle antlaşmalar imzalamaya başlamışlardı. O tarihlerde de dünya yeniden şekillenmeye başlanmıştı. Bu şekillenmenin temeli kimilerine göre coğrafi keşifler oluşturmuştur, kimilerine göre Fransız ihtilali. Bana göre ise sanayi devrimi bu şekillenmenin temel taşı olmuştur. Bu dönem içerisinde batı emperyalizmi hem mazlum milletleri hem de birbirlerini yok etmek için savaşmaktan başka bir şey yapmamışlardır. I. Dünya savaşı sonrası galip devletler mağlup devletleri yok etmek için onlarca antlaşma imza altına almışlar ve mağlup devletlerin topraklarını işgal etmeye başlamışlardı. I. Dünya savaşı sonrası tarihin tozlu ve gizemli sayfalarına gömülen birçok devlet olmuştu. Bu kaçınılmaz son konusunda ah şöyle olsaydı vah böyle olsaydı demek sadece hamasetten başka bir şey değildir.  İttifak devletlerinden Almanya ile 28 Haziran 1919'da Versay’da, Avusturya'yla 10 Eylül 1919'da Saint-Germain’de, Bulgaristan'la 27 Kasım 1919'da Neully’de, Macaristan'la 4 Haziran 1920'de Trianon’da barış antlaşmaları imzalatılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu ile ise 10 Ağustos 1920'de Fransa'nın başkenti Paris de bulunan Sevr bölgesindeki Seramik Müzesinde antlaşma imza altına alınmıştır. Osmanlı İmparatorluğu ile galip devletler arasında imza altına alınan Sevr antlaşması aslında Osmanlı İmparatorluğunun fiilen yıkıldığının belgesinden başka bir şey değildir. 

Sevr antlaşması sonrası oluşan tüm fiiller sadece Türk Milletine destek ya da ihanet olarak değerlendirilmelidir. Yıkılmış bir İmparatorluğun küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu aslında batı emperyalizmine karşı vurulan en büyük darbedir.  

Son günlerde ısrarla Lozan bir hezimettir, “biz Kürtler Lozan’ı kabul etmiyoruz” gibi sloganlaştırılan söylemler; aslında batı emperyalizminin yeni işgal hazırlıklarından başka bir şey değildir. Irak ve Suriye’nin kuzeyinde batılı müttefiklerimizce oluşturulmaya çalışılan terör devletinin Türkiye’de bulunan ihanet şebekeleri bu söylemi dillendirmekten çekinmiyorlar. Diğer taraftan ise Türk devleti Irak ve Suriye’nin parçalanması durumunda bölgede yaşayan Türkmen kardeşlerimizin garantörü batı emperyalizmini korkutmaktadır. Bu konu ile ilgili zamanında bebek katili Apo bile beyanatta bulunmuş ve Lozan antlaşması için şunları söylemişti.  “Toplumsal Lozan’a ihtiyaç vardır. Lozan’ın güncellenmesinde hem Türkler hem de Kürtler kazanacaktır” Bu söyleme zamanında destek veren siyasiler bugün Lozan’ın Türk Devletinin tapusunu olduğunu anladılar. Anladılar anlamasına da ne yapacaklarını bilemeyen siyasiler hala FETÖ mantığı ile Türk Milliyetçiliğinden uzak durma çabaları uluslararası arena da Lozan ile alınan tapuya yenilerini eklememize engel olunmaktadır. 

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetinin yani komünist Rusya’nın pençesinden kurtulan Türk devletleri bugün Türk Devletler Teşkilatını kurarak Turan’ın ilk adımını atmış oldular. Ermenistan’ın yıllardır işgali altında kalan Karabağ büyük bir zaferle tekrar Azerbaycan’ın vatan topraklarına katılmıştır. Karabağ savaşı sırasında hem Türkiye’yi hem de Azerbaycan’ı tehdit eden ülkelere baktığımızda Lozan öncesi Sevr’i oluşturanlarla aynı gurup olmaları ne kadar anlamlı olmuştur. Kısaca kış kışlığını puşt puştluğunu yapmıştır. En acısı ise yıllardır desteklediğimiz Filistin’in Ermenistan’ın yanında yer almasıdır. Yine Irak’ın kuzeyinde ve Suriye’nin kuzeyinde batılı müttefiklerimizce bir terör devleti kurma çabaları Türk milletini Sevr’e mahkûm etme planlarından başka bir şey değildir. Şayet Irak ve Suriye toprak bütünlüğünü kaybeder ve yıkılırsa Türkiye Cumhuriyeti’nin bölgede ki soydaşları ile ilgili garantörlük hakkı devreye girmektedir. Misakı Milli sınırlarının içerisinde olan Musul, Kerkük, Erbil, Halep, Idlib gibi bölgeler Şeyh Sait gibi satılmış hainlerin isyanı ile elimizden çıkmıştır. Lord Curzon’un engellediği Plebisit kararı tekrar bugün uygulanacak olursa bırakın Irak ve Suriye’nin kuzeyindeki yaşayan halkı Tüm Irak ve Suriye Misakı Milli sınırları içerisine katılmak için evet diyeceklerdir. Lakin birinci dünya savaşı öncesi sırtımızdan vuran; ihanetleri genetik kodlarında yazılı olan millet ve kavimlerin Misakı Milli sınırları içerisine girmesi külliyen yanlış olacaktır. 

Bize Misakı Milli sınırları yeter. Hulasayı kelam Lozan bazılarının dediği gibi bir kayıp değil tamamen Türk Devletinin tapusudur. Bu tapunun yanına Kıbrıs Türk Devleti eklenmiştir. Türk Devletler Teşkilatının asil üyeleri eklenmiştir. İnşallah çok yakın bir zaman diliminde Irak ve Suriye Türkmen Cumhuriyeti de eklenecektir. Rahmetli Gazi Mustafa Kemal Paşanın gözbebeğim dediği Adalar denizi, Batı Trakya ve Selanik’te bir gün Türk milleti ile vuslatı yaşayacaktır.  Yeter ki kökü dışarda ihanet şebekeleri yeni Şeyh Saitler, Apolar ve FETÖ’ler üreterek birlik ve dirliğimize kastetmesinler