Seçim sonrası asgari ücret ile kamu personeline yapılan zam herkesi mutlu etmişti. Emekliler büyük bir hevesle en az %50 zam bekleme hakkını kendilerinde görmüştü. Ne de olsa emeklilerin çoğu; bulunan yerli doğal gazı ilk ay bedava tüketmenin verdiği sarhoşlukla oy kullanmışlardı. Muhalefet ise bulunan bu gazdan etkilenmiş olmalı ki hep beraber seçim öncesi iktidarın seçimi kazandığını kendi aralarında erkence kutlamışlardı. Türkiye’de iyi muhalefetin görevi iktidarı tüm kötü şartlara rağmen iktidarda tutabilmektir. Bu konuda özellikle Millet İttifakı'nın olağanüstü gayretleri takdire şayandır. Sonuç olarak vatandaşın ne çektiği değil esas olan. Esas olan muhalefetin desteği ile milletinin yolunmuş tavuğa çevrilmesidir. 

Mevcut durum ile ilgili çok değer verdiğim Fedai abi aşağıdaki yazıyı paylaşmış. Çok hoşuma giden bu yazıyı hiçbir değişiklik yapmadan paylaşmak istedim. Şu anda Türk milletinin durumu tam olarak bu olsa gerek. Maaşına %25 zam, tüketim mallarına %110 zam. Açıklanan enflasyon oranlarının ortalaması bile %60’dan fazla, sevinilen maaş zammı %34... Dün faiz sebep, enflasyon sonuçtu. Bugün müstemleke valisi gibi hareket eden Şimşek faizi artırdı, kimseden çıt çıkmıyor. Cumhur İttifakı'nın ana paydaşlarından birisi olan MHP hem emeklilere hem de İsveç konusunda sert çıkışlar yapsa da olumlu bir sonuç alması nafile. 

1917’de, Sovyet Devrimi’ni yapan Lenin’in ölümünden sonra iktidarı ele geçiren Sovyetler Birliği diktatörü Stalin, en katı uygulamaları planladığı çalışma odasına, yakın çalışma arkadaşlarını toplamış sohbet ederken, bir ara ayağa kalkıp ellerini havaya kaldırarak herkesi susturur ve söze başlar:

"Saçını ihtilalde, halk içinde, devlet yönetiminde, bürokraside ağartmış dostlarım... Söyleyin bakalım, halkın yönetime baş eğmesi, kayıtsız şartsız itaat etmesi için yöneticiler ne yapmalı? Böyle güçlü bir idare tesis etmek için nasıl davranmak gerekir?"

Her kafadan bir ses çıkar.

Kimisi adaletten, haktan, hukuktan söz eder.

Kimisi demokrasiden, insan haklarından bahseder. Kimisi sertlikten yana tavır alır.

Kimisi sürgünden, sehpadan, hapisten dem vurur.

Kitlesel baskı ve korku yaratmanın deha çapındaki diktatörü Stalin, adamlarının açıklamalarının hiçbirini beğenmez. Masadaki votka şişesi yarı yarıya boşalmıştır... Bir kadeh daha içki yuvarlayıp soğuk ve ürpertici bir sesle şöyle der:

"Yönetimi ele geçiren hükümdarın ya da o güçteki bir liderin Tanrı’dan pek farkı yoktur. Halk onu öyle görür. Önce bunu bilin... Sonra, insanların karşınızda baş eğip durması için ne yapmanız gerektiğini bırakın da ben, şu beyinsiz kafalarınıza çivi gibi çakayım!"

Hakaret ağır olmasına rağmen herkes memnun memnun sırıtır. Stalin’den hakaret işitmek bile onlar için önemli bir iltifat gibidir.

Stalin, hizmetkârlardan birini çağırıp emreder:

"Çabuk bana bir tavuk getirin!"

Aceleyle bir tavuk kapıp getirir uşaklar...

Stalin, adamlarının gözleri önünde tavuğun tüylerini canlı canlı yolmaya başlar.

Diktatör, bütün tüyleri yolunup cascavlak kalan tavuğu odanın ortasına salıverir:

"Şimdi izleyin bakalım nereye gidecek bu şaşkın tavuk?"

Zavallı tavuk içine düştüğü azaptan kaçıp kurtulayım diye aralık kapıdan dışarı kaçar, soğuktan tir tir titrer, dönüp masaların altına girer, köşeli masa ayakları canını yakar, duvar diplerine koşar, tüysüz kanatları yara bere içinde kalır, şömineye yaklaşır, tüysüz derisi kavrulur...

Sonunda çaresiz, tüylerini yolan Stalin’in bacakları arasına sığınıp saklanır.

O zaman Stalin, cebinden bir avuç yem çıkarıp yolunmuş tavuğun önüne tane tane atar. Yemlenen tavuk bundan sonra, Stalin nereye yönelse peşinden koşar!

Ağızları bir karış açık kalan dostlarına bakan Stalin, alaycı bir gülüşle şöyle der:

"Gördünüz mü? Halk dediğiniz topluluk bir tavuk gibidir. Tüylerini yolup aldıktan sonra onu serbest bırak. O zaman yönetmek o kadar kolay olur ki..."