Bir kez daha takvim yaprakları 22 Mart’ı gösterdi; yani “Dünya Su Günü”. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu, 1992 yılında Rio de Janerio’da düzenlenen BM Çevre ve Kalkınma
Konferansı’nda dünyada suyun giderek artan öneminden dolayı her yıl 22 Mart gününün “Dünya Su Günü” olarak kutlanmasına karar vermiştir.
Ortaya çıkışı, BM Çevre ve Kalkınma Konferansı’nın sonuç metni olan Agenda 21’in su kaynaklarının gelişimi ile ilgili 18 bölümüne dayanan Dünya Su Günü, suyun önemi ile ilgili
bilincin geliştirilmesi ve Agenda 21’de sunulan önerilerin uygulanmasının sağlanması için, bütün ülkelerin ulusal düzeyde konferans, seminer, sergi, yayın ve doküman dağıtımı gibi bir
dizi etkinlik yapmasını teşvik etmeyi amaçlamaktadır. Su hiç de ‘sudan ucuz’ değil!

‘Sudan ucuz’, ‘sudan bahane’, ‘havadan sudan konuşmak’ vb deyimler toplumumuzda suyun sınırsız, ucuz ve önemsiz bir kaynak olduğu izlenimini vermektedir. Ancak su sanıldığının
aksine hiç de ‘sınırsız’ bir kaynak değil, hele ki bu coğrafyada; Türkiye su zengini bir ülke değildir. Kişi başına düşen yıllık su miktarına göre ülkemiz su azlığı yaşayan bir ülke
konumundadır. Kişi başına düşen yıllık su miktarı 1652 m3 civarındadır. (DSİ) Su varlığına göre ülkeler aşağıdaki şekilde sınıflandırılmaktadır:

Su fakirliği: Yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 1,000 m3’ten daha az.

Su azlığı: Yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 2,000 m3’ten daha az.

Su zenginliği: Yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 8,000 -10,000 m3’ten daha fazla.

Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) 2030 yılı için nüfusumuzun 100 milyon olacağını öngörmüştür. Bu durumda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarının 1,120 m3 yıl civarında olacağı söylenebilir.

Su fakirliğine doğru koşar adım gidişe ek olarak ne yazık ki Neoliberal politikalar ile su kaynaklarının tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de özelleştirme furyası ile talan edilişi ile
‘ucuz’ ve ‘önemsiz’ bir kaynak olmadığını görüyoruz. Su, dünyamız için yaşam kaynağıdır. Dünyanın ‘Küresel Isınma’ felaketinden dolayı, giderek
daha fazla su sıkıntısı çekeceği gerçeğini de bilim insanları dile getirmekte. Buna ilaveten yakın bir gelecekte, dünyada su savaşlarının kaçınılmaz olacağı da belirtiliyor!
Bunu derken biraz da 90’lı yıllardan itibaren Dünya Bankası öncülüğünde bir kamu malı olan su kaynaklarının özelleştirilerek yağmalanmasının gündeme gelişini göz önünde
bulunduruyor olsa gerek. Zira bugün ülkemiz de dâhil olmak üzere tüm dünyada tatlı su kaynakları birer birer şirketlerin eline geçiyor. Bu yüzyıldaki su savaşları askerle değil, tatlı su
kaynaklarının özelleştirilmesi, şirketlerin özellikle de çok uluslu şirketlerin eline geçmesi yoluyla başlamış durumdadır. Geçmişten günümüze savaş sebebi olan, toprak ve yer altı
zenginliklerinin son dönemlerde yerini suya bırakacağı gözüküyor. Ortadoğu için güncel bir konu olan su çekişmeleri Türkiye, Irak ve Suriye’yi daha çok ilgilendirmektedir. Dolayısıyla da
stratejik bir kaynak olarak su, her geçen gün daha çok önem kazanmaktadır.

11 Eylül 1990’da Newyork Times’te çıkan bir habere göre su kaynaklarının iktisatlı kullanılmaması ve tedbir alınmaması durumunda 2025 yılında 37 ülkede ciddi kuraklık
yaşanacağı tahmin edilmektedir. Şu anda bile, sağlıklı ve temiz suya erişimin çok zor olduğunu gösteren veriler var: 1.2 milyar insan, yani (dünya nüfusunun altıda biri) temiz sudan yoksun. 2.6 milyar insan ise (tüm dünya nüfusunun üçte biri), çok sağlıksız koşullarda. 400 milyon çocuğun, (tüm dünyadaki her beş çocuktan biri) temiz ve sağlıklı suya erişimi yok.
Bilim insanlarına göre, ‘dünyanın yedek su deposu’ sayılan buzulların erimesi ve denizlere karışması, yakın gelecekte susuzluğa yol açacak. Bu erime, ‘Küresel Isınma’ ile açıklanıyor.
Buna neden olan “karbondioksit” salınımının yüzde 31’ini ABD, yüzde 28’ini Avrupa, yüzde 13′ ünü Rusya üretmekte, yani ‘karbondioksit’ in yüzde 73’ünü, bu üç büyük kapitalist merkezi üretmekte.

Suya kapitalist tehdit

Eko-Sosyalist Michael Löwy’nin de dediği gibi su giderek daha kıt ve kirletilmiş hale geliyor. İnsanlar su içtiklerinde ve musluklarını açtıklarında bu sorunu yaşıyorlar. Kapitalizmin hayatın
temel kaynaklarından birini, suyu tehdit ettiğine dair giderek büyüyen bir kavrayış var. Kentlerde su dağıtımının kamulaştırılması talebi çevresinde gelişmeye başlayan hareketler
ortaya çıktı. Örneğin Fransa’da, yerel yönetimin suyu özel işletmelere satıldı ki bu da fiyatları yükseltti ve suyun kalitesini düşürdü.

İkisi aynı anda oldu. Dolayısıyla giderek daha fazla insan su dağıtımının yeniden kamulaştırılması için mücadeleye katılma ihtiyacı duyuyor. Fransa’da tartışma konusu olan
sorunlardan biri de su dağıtımı özel şirketlerin elinde mi kalacak, yoksa yeniden bir kamu hizmeti mi olacak?

Su konusunda ayrıca kapitalist tarımın suyun fantastik biçimlerde israf ettiği gerçeği ile karşı karşıyayız. Suyu her zaman halka yönelik olmayan ürünler için, sınai ihtiyaçlar için kullanıyor.
Dolayısıyla tarım modelini değiştirmeye, daha biyolojik yoğunluklu hale getirmeye yönelik mücadeleler de var. Yani su gerçekten de politik bir sorun; ekolojik ve toplumsal sorunları
birleştiriyor.
Su ve arıtmanın ulus ötesi şirketlerin eline bırakılması kapitalizmin yıllardır yapısal krizini çözmek için kullandığı araçlardan biri. Sonuç: Öncelikle yoksulların yaşam hakkının ihlali.
Her gün dünyada 3 bin 800 çocuk sağlıklı suya ve atık su sistemine erişimden yoksun olmakla bağlantılı hastalıklar nedeniyle ölüyor.
Ama mücadele edip kazananlar da var. Bolivya’da halk, suyuna el koyan büyük şirketleri korkuttu; buna izin veren hükümeti devirip attı; ardından da şirketleri kovdu.

Güney Afrika’da yoksullaştırılan halk, örgütlenerek su hakkı için mücadele ediyor; ‘apertheid’ı en iyi bilenler olarak ‘Özelleştirme ayrımcılıktır’ diyor.
Su hakkıyla ilgili olarak genelde üç temel talep sıralanmaktadır:
Su hakkı insan hakkıdır. Bu haktan kesinlikle vazgeçilmemelidir.
Su kaynaklarında ve kullanımında kamu mülkiyetinden vazgeçilmemelidir.
İnsanca yaşam için gerekli temiz su miktarı ücretsiz olarak verilmelidir.
Su sorunu temelde Kapitalizm’in kaynakları yağmalanması, her şeyi metalaştırıp paraya
çevirmesi ile ilgili bir sorun. Kapitalizm tasfiye edilmeden bu sorun tamamı ile
çözümlenemeyecek. Zira Kapitalizm insanlığa karşı bütün suçların ana sorumlusudur. Ancak
Bulutsuzluk Özlemi’nin sevilen şarkısında da denildiği gibi ‘çelişkiler keskinleşsin diye’ böyle
geçmesin ömrümüz istiyorsak Kapitalizm’in tasfiyesini beklemeden elimizden ne geliyorsa
bugünden tezi yok yapmalıyız…