Bu hafta yazımıza Diyarbakır'ın Kulp ilçesinde vukuu bulan nahoş olaya değinerek başlayacağım. Kulp ilçesinin kaymakamı olan Burak Akeller tarafından darp edildiğini iddia eden Bahçelievler imamı Mahsun Kocağa'nın yaptığı densizlik ve bazı medya kuruluşlarına aktardığı hadsiz beyanatlardan bahsedeceğim.

Ilk olarak MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli Bey'in Kulp Kaymakamı ile ilgili sözleri takdire şayandır. Sayın kaymakamımızın alnından öptüğünü ifade eden ve bu Kaymakamı yetiştiren anne babayı tebrik eden Sayın Devlet Bahçeli'ye bu tavrı için buradan teşekkür etmek Türk bir gazeteci olarak boynumun borcu olduğunu düşünüyorum.

Olay sonrası Amida habere konuşan imam tam manası ile olayı çıkmaz bir sokağa sokmak için uğraşıyor. Hutbede şehitlerimizle ilgili kısmı çıkartan; ya da sehven okumayı unuttuğunu iddia eden imam Kaymakamın kendisini sopayla dövdüğünü iddia etmektedir. Darp raporu almak için gittiğinde yaşadığı olayı eksik anlatarak raporu alabileceğini iddia etmesi hem Türk tabiplerini hem de Türk hukukunu kirletme çalışmasını göstermektedir. Neymiş efendim Kaymakam tarafından darp edildiğini söylerse darp raporu alamazmış. İşin diğer kısmı ise Türk olmaktan utanan bazı STK yöneticilerinin Türkiye Cumhuriyeti Kaymakamı Burak Akeller'e sosyal medyadan saldırmaları hiç affedilir bir şey değildir. Şehitlerimize duayı fazla gören hainlerin hiçbir şekilde övgüye layık olduklarını düşünmüyorum. Kim olurlarsa olsun; ister imam ister milletvekili isler kaymakam Türkiye Cumhuriyeti Devleti için canını feda eden o günahsız askerlerimizin, çocuklarımızın kanıyla beslenen herkes elbet Türk adaletinin Türk hukukunun önünde bir gün hesap verecektir.

Siyasette güven endeksi.

25 Ekim 2017 tarihinde Meral Akşener'in liderliğinde kurulan İYİ Parti Türkiye'de siyasi güven endeksinin nasıl sıfırlanacağını göstermek açısından çok güzel bir örnek teşkil etmektedir. Meral Akşener'in ülkücü camia içerisindeki ağırlığını bir o ya da bir bu yana çekmeye çalışarak siyasette kendisine yer bulmaya çalışması bi namaz birisinin ömrünün son deminde nafile namaz kılmasına benzer. Dün evladım diye boynuna sarıldığı Ekrem imamoğlu'nun karşısına veliahtı olan Buğra kavuncuyu çıkartması; ülküdaşım diye yerlere göklere sığdıramadığı Mansur Yavaş'ın karşısına başka bir ülkücü olan Cengiz Topel Yıldırım'ı çıkarması; sol merkezli kurulan altılı masadan kalkarak AK Parti'ye yaklaşması, sadece ve sadece kendi partisine ve güven endeksi düştüğü için AK Parti'ye zarar verecektir. İYİ Parti'nin AK Parti'ye yaklaşması Ankara'da ve İstanbul'da İYİ Parti'nin alacağı oylar Ekrem İmamoğlu'nun ve Mansur Yavaş'ın kaybedeceğini düşünmek Külliyen siyasi bir hatadan başka bir şey olmayacaktır. İYİ Parti içinden yetkili bir kişinin bana söylediği şu cümle çok manidardır. "%10'la başladığımız yola şu anda %3 ile devam ediyoruz. Bu %3'ün de%75'i küçük menfaatler için duran gruptan başkası değildir." Yine aynı kişi yerel seçimlerle ilgili Ankara ve İstanbul özelinde özellikle şu cümleyi sarf etti. "Ankara'da ve İstanbul'da çıkartılan her aday sadece CHP'ye fayda sağlayacaktır. Çünkü seçmen masadan kalkmaya kızdığı gibi, şimdi karşı cenahta bulunmasına daha fazla kızmaktadır. Yani Ankara ve İstanbul'da mevcut belediye başkanları İYİ Partili seçmenlerin oyunu alacağı gibi bu kişilerin liderlikleri tescillenecektir. Hatta bu başkanların partileri içerisinde bile güç zehirlenmesi yaşayacaktır" dedi

Ankara İstanbul özelinde ise Dem Parti'nin aday çıkartması AK Parti'nin değil CHP'nin işine yarayacaktır. İstanbul ve Ankara'daki Dem Partiye sempati duyanların oy verme eğilimlerine baktığımızda; AK Parti'yi kendilerine daha yakın gördükleri bilinmektedir. Her şeyden önce Ak Parti içerisindeki Kürtçü ve ümmetçi grup Dem partinin kitlesini kendisine çekemiyecek ancak Dem parti sempatizanlarından ılımlı sol gurup CHP yi destekleyecektir. Bunu 2019 yerel seçimlerinde yaşadık ve gördük. İktidar için kazanmanın tek yolu kaldı. O da mevcut Başkanların ve içerisinde bulundukları siyasi partilerin büyük gaflara imza atmaları olacaktır.

Global Hayırserler devleti.

Geçen hafta dünyayı saran bağışcılık "Giving Pledge" kavramına deginmistim.

2008 de oluşan küresel mali krizinin ardından Warren Buffett ile Bill ve Melinda Gates, milyarder

dostlarını hayırseverlik için teşvik etti. Bu noktada en iyi yolun

küçük bir grup zengin bağışçı arasında bir dizi resmi olmayan toplantı düzenlemek olarak düşündü. Bu

toplantılar bağışçıların ve miktarların arttırılması konusunda bir dizi fikir ürettiler.

 2010 yılı sonunda kurucular, milyarder dostlarını; yaşadıklarında veya öldüklerinde servetlerinin en az yarısını hayır kurumlarına bağışlamaya davet eden bir söz üzerinde anlaştılar.

Küresel milyarderlerin hayırsever bağışcılık fikri oluşumundaki tartışmalardan biri, özel servetten doğan vakıfların, yenilikçiliği ve uzun vadeli sosyal değişimi hükümetlerden veya ticari piyasalardan çok daha tutarlı ve ısrarlı bir şekilde takip edebileceğidir. Vakıfların büyük ölçüde baskılardan bağımsız hareket kabiliyetleri, hükümetlerin kısa vadeli seçmen taleplerine maruz kalabilirler, işletmeler ise zaman sürecini kısaltan kar istekleri ve kamu mallarına yatırım yapma istekleri oluşmaktadır. Bu milyarder hayırseverlerin ticari altyapıları, kar amacı gütmeyen fikirleri dünyaya taşıma konusundaki kapasiteleri ile ilgili popüler söylemleri sıklıkla tekrarlanıyor olması dikkatle izlenmelidir.

Devasa miktarlarla oluşturulan hayırseverliği eleştirenler, artan servetin, temel kamu hizmetlerinin kontrolünü ultra zenginlere devretmek, demokrasiyi etkili bir şekilde zayıflatmak olacağı varsayılıyor.

Kamunun sağlıklı işlemesi giderek daha çok sandıkta değilde, bağışçıların ofislerinde alınıyor olması anlamına geliyor diye değerlendirilmektedir. Hayırseverlik adı altında zenginlerin vergilendirmede gelir eşitsizliğini azaltmaya yönelik çabaları baltalamaya da hizmet edecektir diye düşünülmektedir. Toplumda artan servet eşitsizliği ilk etapta hükümetin yetersizliğinin önemli bir nedeni olarak kabul edilsede; zenginlerin toplumsal sorunları çözme konusunda giderek daha yetenekli oldukları ön pilana çıkartılmaktadır.

Bu hayırseverlerin hayırseverliklerinin; fikirlerinin anlaşılamadığı konusunda fikir beyan etmekteler. Asıl sorunun, milyarder hayırseverlerin hem pazara dayalı çözümleri hem de iş uygulamalarını kâr amacı gütmeyen kuruluşlar ve devlet alanlarında benimsenmeye zorlaması olduğunu ileri sürülmektedir. Bu tür eleştirilerin ana hedefi, yeni nesil hayırseverlerin güçlü nüfuzlarını kullanarak kâr amacı gütmeyen sektörün bağımsızlığını baltalarken, artan gelir eşitsizliğine de sessiz kalmasıdır. 

Bu bağışçıların, yoksulluğu ve eşitsizliği azaltmayı amaçlayan program ve politikaları teşvik ettiklerini iddia etmekteler. Servetin yaratılma şekli, sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin artmasına doğrudan katkıda bulunuyor olması en büyük problemdir.  

Diger eleştiri ise düşünce kuruluşlarını finanse ederek kamu politikasını şekillendiren kara paranın yükselişine yol veriyor olmasıdır. Hayırseverliğin teknokrasiyi ve iş ilkelerini nasıl yaydığı değil, kendi düşünce kuruluşları ile lobi gruplarını kullanarak demokratik alanı nasıl manüple edildiğidir. Hükümet bütçelerindeki mali daralmayı amaçlayan kamu politikalarını teşvik ederek, onlarca yıldır ekonomik ve diğer politika konularına ilişkin söylemi şekillendirmede başarılı oldular. Daha görünür olan Bill Gates veya Michael Bloomberg aksine, tanıtımdan kaçınıyorlar. Demokrasiyi ve devlet mekanizmasını zayıflatmak ve manüple etmek noktasında bağışcılık yapılanmasının küreselleşmesi üzerine düşünmek zorundayız. Bağışcıların demografik durumu ise Mart 2021 itibarıyla 25 ülkeden 220 imzacı bulunmaktadır. İlk yıl 57 bağışçının katılmasının ardından üyelik, 2011 ile 2020 yılları arasında yılda ortalama 16 bağışçının artmasıyla gerçekleştirilmiştir. 2013 yılında "Giving Pledge" uluslararası imzacılara açıldı.   

Bağışta bulunanların büyük çoğunluğu kendi kendini yetiştirmiş milyarderler olarak sınıflandırılıyor. Bu milyarderlerin çoğu teknoloji devleri ve birinci nesil oldukları unutulmamalıdır. Coğunluğu ABD'de olsa da Avrupalı, Çinli, Hintli, Suudi Arabistanlı, Afrikalı ve Rus milyarderlerin oluşturduğu bu GivingPledge üyeleri dikkat çekmektedir.

Giving Pledge üyeleri 1 trilyon ABD dolarının üzerinde ki parasal gücü kontrol ediyorlar. Örneğin, 2010 yılında Bill ve Melinda Gates servetinin 54 milyar ABD doları olduğu tahmin edilirken, bugün tahmini net servetlerinin  180 milyar ABD doları olduğu tahmin edilmektedir. Taahhüt verenlerin çoğu, yetenekleri ve kaynakları aracılığıyla insanlığın durumunu iyileştirmeyi kendi görevleri olarak görüyor. Dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek terimi kullanılırken aslınde devletler üstü şirketlerin şirket kapitalizmi ile tanrıcılık oynamasından başka bir şey değildir. Bağış Taahhüdü bugün zenginler arasında hayırseverlik yarışını artırmaya yönelik en önemli çabalardan biridir. Dünyanın dört bir yanındaki milyarderler giderek artan bir kamu denetimiyle karşı karşıya kalırken Giving Pledge on yıl boyunca, hak eden amaçlar için mevcut hayırseverlik kaynaklarını artırma sözü verdi. Bir çok yeni üye adayların ilgisini çekerken, bazı temel hedeflerine ulaşıp ulaşmadığı belirsizliğini koruyor.

Dünyada yeni bir din, yeni bir yönetim modeli için kapitalizmin devletleri içten içe yemesi ve şirket kapitalizminin kendi gizli ittifaklarının ilk manifestosudur. Devletleri ve demokrasiyi işe yaramaz; insanlik için yeni modelin bu olduğunu dip notlardan okumak mümkündür.  

Küreselleşen dünyanın kurtuluşunun küresel hayırserlik vakfindan olacağı iddia edilmektedir. 

Dijitalleşen dünya köyünde tanrıcılık oynamak isteyen bu yapı nasıl sonuçlar doğurur önümüzdeki yıllarda görecegiz.