Tarih, her nesle bir sahne sunar. Kimi nesiller, o sahnenin tam ortasında doğar; ışık zaten üzerlerine vuruyordur. Kimi nesiller ise dekoru kurar, taş taşır, sistemleri ayakta tutar ama sıra asla onlara gelmez.
1977 ile 1982 arasında doğanlar, işte tam da böyle bir kuşak.

Bu insanlar ne kadar yetenekli, ne kadar donanımlı olursa olsun, spor sahasında, sanat dünyasında, siyasette ya da iş yaşamında bir türlü geniş alan bulamadılar. Sesleri daima bir sonraki kuşağın gürültüsüne veya bir önceki kuşağın gölgesine karıştı. İki taraf birbirinden rol kaparken, onlar bir köşede “sıra bize gelir mi?” diye beklemekle meşguldü.

Ve o sıra hiç gelmedi.

Yer Tutmuş Nesiller Kalkmadı

Önceki kuşaklar koltuklara erken oturdu; yenilik işlerine gelmedi. Sonraki kuşaklar ise dijital dünyanın kapısından daha hızlı geçip sahneyi ele geçirdi.
Ortada kalan bu kısa aralık doğumlular, kendi emekleriyle var olmaya çalışırken sürekli duvara çarptılar.

Bugün 50’lerine yaklaşan bu kuşak;
ne siyaset meydanlarında,
ne büyük şirket yönetimlerinde,
ne sporun vitrinde,
ne de sanatın merkezinde kendilerine ait bir yer bulabildi.

Koltuklar bırakılmadı, fırsatlar devredilmedi.
Kapasiteleri olmasına rağmen, “şans” kapısı hep başka birilerinin elinde tutuldu.

Analog Çocuk, Dijital Yetişkin

Bu nesil, kasetçaları da gördü, İnternet’in sıfırdan doğuşunu da… Dünyanın mekanik bir tıkırtıdan silikon çip hızına geçişini omuzlarında taşıdı.

Ama tam da bu yüzden bir yere ait olamadılar.

Analog disiplinle büyüdüler, dijital savaşların içine atıldılar.
Ne tamamen eski dünyanın insanı oldular,
ne de yeni dünyanın doğal oyuncusu…

Arada kaldılar.
Sıkıştılar.
Sessizce tükendiler.

Neden Öne Çıkanlar Azdı?

Bu dönemin içinden sıyrılıp öne çıkanların çoğu ya büyük sansasyonlarla ya da sistem dışı çıkışlarla kendine yer açmak zorunda kaldı.
Çünkü temiz bir başarı yolu pek bırakılmamıştı.

Yetenek yetmedi.
Çalışmak yetmedi.
Etiğe bağlı kalmak hiç yetmedi.

Seyirci tribünde “Neden bu yaş grubundan kimse görünmüyor?” diye sorarken, perde arkasında 20 yıl boyunca süren bir tıkanıklığın yaşandığını kimse fark etmedi.

Kaybolan Potansiyel: Bir Neslin Sessiz Dramı

77–82 jenerasyonu bugün kariyerlerinin yarı yolunu geçmiş durumda.
Genç değiller; genç yerine koyulmuyorlar.
Yaşlı değiller; tecrübe koltukları da verilmiyor.

Bu yüzden sessiz bir kayıp yaşanıyor.

Yitip giden fırsatlar…
Hiç parlamamış yıldızlar…
Kırılmış hevesler…
İçine kapanmış yetenekler…

Bir ülkenin en dinamik olması gereken yaş aralığı, görünmezliğe mecbur bırakıldı.

Görünmeyen Kuşağın Hesabı

Köşe yazılarında, panellerde, akademik tartışmalarda her kuşağın adı geçer:
X, Y, Z, Alfa…

Bir tek bu arada sıkışmış kuşağın adı yoktur.
Onların hikâyesi istatistiklere sığmaz, çünkü görünmeyen kayıplar sayılmaz.

Fakat gerçek şu ki:

Bu ülkenin en üretken, en çalışkan, en tutkulu jenerasyonlarından biri, sahneye hiç çıkamadan kuliste yaşlandı.

Ve bu sadece bireysel bir dram değil; toplumsal bir kayıptır.

Son Söz: Vakti Gelmemiş Neslin Sessizliği

Bu yazıyı okuyanlardan biriyseniz, içinizden “bizim nesil işte” diye geçirdiğiniz anı biliyorum. Çünkü ne yaşarsanız yaşayın, hissettikleriniz çoğu kez konuşulmadı, kayda geçmedi.

Ama şunu bilin:

Bu ülkenin hafızasında bir yeriniz var.
Görünmeden durduğunuz yıllar, aslında nasıl direndiğinizin kanıtı.
Ve belki de bu sessiz neslin asıl gücü, kimse fark etmese bile ayakta kalmayı başarması.

Arada kalmak bazen kaybolmak değildir.
Bazen de iki uç arasında köprü olmak demekti.