Yeni Dünya: Sis Çökünce Görünenler
Sabah, her zaman olduğu gibi algoritmalarla başladı.
Yüzünü güneşe değil, ekrana döndü insan.
Ve ekran ona ne göstermek isterse, dünya artık oydu.
Bir zamanlar “gelecek” denen şey, çoktan gelmişti aslında. Ama kimse tam olarak ne zaman geldiğini hatırlamıyordu. Belki bir Wi-Fi ağına bağlandığımız gün. Belki ilk selfie’yi çektiğimizde. Belki bir drone gökyüzünden ilk kez bir çocuğun üstüne gölge gibi düştüğünde. O anlardan birinde dünya eski halinden çıkmıştı. Ama biz fark etmemiştik.
1. Bölüm: Kodların Ülkesinde İnsan
Artık zaman, rakamlarla değil, bildirimlerle ölçülüyordu.
Saat sabah 08.00 değil, “uyarı geldiğinde” başlıyordu.
Büyük Veri adlı bir dev, herkesin gölgesi olmuştu.
Ne izlersen onu öneren,
Ne düşünürsen onu satan,
Ne korkarsan onu izleten bir tanrıydı bu.
Bir çocuk ağlıyordu sokakta. Yanından geçen insanlar, onu telefonlarının kamerasıyla kaydedip hikâyelerine ekliyor, ardından yürümeye devam ediyordu. Yardım etmekle görünür olmak arasında tercih yapan bir çağ başlamıştı.
2. Bölüm: Göç Edenler ve Kalanlar
Uzak diyarlarda toprak kurudu.
Küçük bir kız, annesinin elini tutarak yürüyordu; ayağında terlik yoktu.
Ama sınıra vardıklarında bir duvar vardı artık.
Duvarın üstünde dikenli teller değil, yapay zekâ destekli yüz tanıma sistemleri vardı.
Göçmen olmak, artık sadece yurtsuz değil, kimliksiz olmaktı.
Batı’nın çocukları klimalı odalarda “iklim değişikliği” projeleri yazarken, doğunun çocukları kavruluyordu. Biri küresel ısınmayı konuşuyor, diğeri susuzluktan ölüyordu.
3. Bölüm: Enerji Tanrıları ve Gıda Kralları
Elektrik kesildiğinde, bir şehir duruyordu.
Ama aynı şehir, bir TikTok videosu için neon ışıklarla donatılmıştı.
Bir grup insan, market raflarının boş kaldığı bir sabah uyanmıştı.
Ekmek yoktu.
Ama ekranlarda “challenge” videoları devam ediyordu.
Lityum madenleri uğruna çocuklar çalıştırılıyor, tarım arazileri güneş panelleriyle kaplanıyordu. Artık ne toprak vardı ne de tohum.
Sadece enerji vardı. Ve onu kim kontrol ediyorsa, tanrı oydu.
4. Bölüm: Görüntü Çağının Kralları
Gerçeği aramak isteyenler vardı bir zamanlar.
Ama sonra fark ettiler ki; gerçek, “beğeni” alınca anlamlıydı.
Bir kadının yüzü vardı; sürekli değişiyordu.
Güzellik bir algoritmanın filtresinden geçerek şekil alıyordu.
Bir erkeğin sesi vardı; ama söyledikleri, artık yankılanmıyordu.
Sözün yerini görsellik almıştı.
Hissetmenin yerini izlenmek.
Sosyal medya denen bu dijital krallıkta, herkes bir kraldı ama herkes yalnızdı.
Krallıklar sessizlikle değil, etkileşimsizlikle yıkılıyordu artık.
5. Bölüm: Tanrılar Uyumuyordu, Sadece Kodluyordu
Devletler, artık haritalarda değil, ağ protokollerinde yaşıyordu.
Bir virüs, tüm dünyayı kilitlediğinde öğrendik bunu.
Maskeler sadece yüzümüzü değil, duygularımızı da örttü.
Sarılmak lükstü, temas yasaktı.
Ve herkes ilk kez, dijital bir kabileye ait olmanın ne demek olduğunu hissetti.
O gün, eski dünya öldü.
Ama kimse cenazesine gitmedi. Çünkü mezar taşı bir QR koddu.
Ve sadece “taratılınca” ne olduğu anlaşılıyordu.
⸻
Sonuç Yerine: Sis Çökünce…
Bu hikâyede kahraman yok.
Çünkü herkes kendi distopyasının başrolü artık.
Yeni Dünya’da insan, aynaya değil ön kameraya bakıyor.
Sorular artık içten değil; dışarıdan geliyor.
Ve cevaplar… belki hiç gelmeyecek.
Ama şunu unutma:
Bir çağda yıkım, hep gürültüyle gelir.
Bu çağda ise çöküş, sessiz bir kaydırma hareketiyle olacak.
Parmağın ekranı yukarı kaydırdığı gibi, dünya da gerçeklikten uzaklaşıyor.
Bu hikayemi bitirirken sevgili profesorüm Genco Berkin’in batık hüzünler sahili adlı kitabından 108. sayfa ile ve umutla sonlandırıyorum .
Ne dünya
Nefes alamıyor ve hala gülümsüyorsan hayata sen yunussun