Parayı veren düdüğü çalarmı?
Valla ben gitar çalıyorum…
Bak hanım efendi…
Toplumsal cinsiyet rolleri üzerine konuşurken çoğu zaman sadece bir tarafı görüyoruz. Kadınların haklı serzenişleri yıllarca meşru zeminlerde yankılandı. Ama bazı ezberler o kadar derinleşti ki, artık eşitlik mücadelesi adaleti aşarak asimetrik bir beklenti sistemine dönüştü.
Neden hep erkek diz çökerek evlenme teklif eder?
Neden hep erkek rezervasyon yaptırır?
Neden mahkemede “kadının beyanı esastır”, ama aynı beyan yalan çıkarsa bu sahtekârlık sayılmaz?
Neden boşandıktan sonra genellikle erkek ömür boyu nafaka öder?
Eşitsek, neden bu yükler eşit dağılmaz?
Kadın sadece varlığıyla, çekiciliğiyle, estetikle güçlendirilmiş imajıyla “yeterli” görülürken, erkek her şeyin altyapısını kurmak, finanse etmek ve duygusal istikrarı sağlamak zorundadır.
Kadın “güzelliğini sunar”, erkek “maddiyatı ve zihinsel yükü taşır”.
Kadının “bireysel tercihleri”, toplum tarafından saygıyla karşılanır. Ama erkeğin “kararsızlığı”, “duygu durumu”, “sorgulamaları” genelde duygusal yetersizlik, hatta maskülen başarısızlık olarak etiketlenir.
Bu da erkeklerde uzun vadede duygusal yalnızlık (emotional isolation), toksik dayanıklılık (toxic resilience) ve öğrenilmiş çaresizlik (learned helplessness) yaratır.
Kadının öfkesine “duygusallık” denirken, erkeğin tepkisine “tehdit” denir.
Kadın vurursa “tepkisel”, erkek vurursa “suçlu”.
Erkeğin duyguları gömülür, ihtiyaçları ertelenir, ağlaması yasaklanır.
Ama unutmamalıyız: Erkek de bir çiçektir bazen, ama ona su verilmez.
Bugün geldiğimiz noktada bu eşitsizlik, yalnızca toplumsal değil, kolektif bilinçaltımıza işlemiş durumda.
Artık bu roller birer gelenek değil, sanki suyun kaldırma kuvveti kadar kesinleşmiş fizik yasaları gibi kabul ediliyor.
Kadınlık bir haklar bütünüyken, erkeklik bir ödevler listesidir adeta.
Oysa gerçek eşitlik, sadece taleplerin değil, yüklerin de paylaşılmasıdır.
Çünkü sevgi, sadakat, evlilik, ilişki… Bunlar tek taraflı olduğunda değil; birlikte taşıyınca yaşanır.