Sokakta yürüyen insanların bakışlarına dikkat ettiniz mi son zamanlarda? Herkes yorgun, herkes gergin. En ufak bir sözle parlayan, trafikte korna ile kükreyen, markette kasiyere bağıran, sosyal medyada lince susamış bir toplum olduk. Bu sadece gündelik stresin sonucu değil. Bu, toplumsal bir çöküşün, psikolojik bir depremin habercisi.
Bir toplumun deliliğe sürüklenmesi sessiz sedasız olmaz. Önce kelimeler kirlenir, sonra ilişkiler. Ardından duygular sertleşir, anlayış zayıflar, empati yerini öfkeye bırakır. Bugün yaşadığımız da tam olarak bu.
Kolektif Nevroz: Toplumca Gerçeklikten Kaçış
“Nevroz”, bireyin dış dünya ile baş edemediği zaman geliştirdiği savunma mekanizmalarının bir sonucudur. Ancak bu bireysel bir durum olmaktan çıkıp kitlesel hale geldiğinde, toplumsal nevrotik savunma mekanizmaları doğar. Gerçeklik ile yüzleşemeyen toplumlar, kendini aldatmaya, inkar etmeye, komplo teorilerine sarılmaya başlar. Herkes suçlu olur, herkes düşman.
Bugün çevremizde gözlemlediğimiz komplo eğilimleri, kutuplaşma, fanatizm ve gerçeklikle temas kaybı, bu kolektif nevrozun yansımalarıdır.
Tolerans Eşiğinin Düşüşü: Duygusal Regülasyon Sorunu
Tahammül, psikolojide “duygusal regülasyon” ile ilgilidir. Kişi stresli anlarda duygularını düzenleyebiliyorsa, uyum sağlayabilir. Ancak duygusal regülasyon becerisi zayıfsa, kişi kolayca öfkelenir, kırılır, savunmaya geçer.
Toplumun büyük bir kısmında bu becerinin yitip gittiğini görüyoruz. Trafikte camlar kırılıyor, aile içi şiddet haberleri artıyor, öğretmenler öğrencilerine, ebeveynler çocuklarına saldırıyor. Bunlar sadece bireysel kontrol kaybı değil, toplumsal regülasyonun da bozulduğunun göstergesi.
Sürekli Alarm Hali: Toplumsal Tükenmişlik Sendromu
“Tükenmişlik sendromu (burnout)” yalnızca iş hayatında görülmez. Toplum da tükenir. Sürekli ekonomik baskılar, belirsizlikler, gelecek kaygısı, ahlaki çöküş ve adaletsizlik hissi, kolektif bir tükenmeye neden olur.
Bu noktada toplumun genelinde şu semptomlar görülür:
• Umutsuzluk,
• Anlam kaybı,
• Saldırganlık,
• Duyarsızlık,
• Aşırı uyarılmışlık hali (hipervijilans).
İnsanlar artık uyumuyor, dinlenmiyor, sevmiyor. Sadece hayatta kalmaya çalışıyor. Ve hayatta kalmak için herkes potansiyel bir tehdit.
Toplumsal Anomi: Kuralsızlık ve Değer Bozunumu
Sosyolog Émile Durkheim’in “anomi” kavramı, normların yıkıldığı, değerlerin anlamını yitirdiği dönemleri tanımlar. Bugün tam da böyle bir dönemdeyiz.
Başarı, zenginlik, güzellik, cinsellik, şöhret… Bunların her biri sosyal medyada birer “değer” haline geldi. Ahlak, dürüstlük, merhamet ise eski moda. Bu değer sapması, bireyde kimlik krizine yol açıyor. Çünkü artık kimse neye inanacağını bilmiyor.
Şiddetin Rasyonalizasyonu: Mikropsikozlar
Her gün bir kadına şiddet, bir hayvana işkence, bir çocuğa istismar haberiyle uyanıyoruz. Bu haberler karşısında artık dehşete düşmüyor, sadece “yine mi” diyerek geçiyoruz.
Bu, mikropsikoz dediğimiz bir savunmadır. Travmaya karşı duyarsızlaşmak, “bu normal” demek, zihnin kendini koruma yöntemidir. Ama aynı zamanda toplumun çürümüşlüğünün de habercisidir.
Sonuç Yerine:
Bu toplumda herkes şikayetçi, ama kimse sorumlu değil. Herkes mutsuz, ama herkes karşısındakini suçluyor. Herkes kendince haklı, ama kimse empati kurmuyor.
Bu, suyun kaldırma kuvveti kadar kesin bir şey artık:
Toplumun ruh sağlığı çöktüğünde, birey ne kadar sağlıklı olursa olsun yalnızca sürüklenir.
Şimdi bir soru soralım kendimize:
Bu tahammülsüzlük hali bizim karakterimiz mi, yoksa maruz kaldığımız bir salgın mı