Fazıl Say’ın Ümraniye ile Fenerbahçe ile derdi nedir? Aklı başında bir insan bana anlatabilir mi lütfen? Mesela en iyi piyanistleri sayalım, Vladimir Aşkenazi'yi veya Evengeny Kissin'i  "Forza Dinamo Moskova" yazarken görmeyiz. Martha Argerich Boca Juniors formasıyla 3'lü çekmez. Maurizio Pollini Milan - Inter derbisiyle ilgili tweet atmaz. Bu bize özgü bir anomalidir.

Türkiye böyle bir yerdir işte. Kimse yerini makamını bilmez. Talihsizlik işte, bu acayiplikler hep Fenerbahçe'ye denk geliyor. Bedri Baykam da hayallerde çağın Picasso'su olacakken yok ofsayttı, vay penaltıydı diye diye telef oldu.

Hayır, sen Fazıl Say'sın ya, Viyana'da resital verip Staatsoper'i dolduran adamsın. Sana ne Fenerbahçe'den, Ümraniye'den?

Ondan sonra bu ülke niye böyle diye kimse hayıflanmasın. Ülkenin entelijansiyası bile bu denli vasatken 20 yıldır vasatın, vasatlığın iktidarı da tesadüf değil. Evet, “Vasatlığın İktidarı” bilindiği üzere Alain Deneault'ya ait bir terim ve aynı isimli bir de kitabı mevcut. Türkçe ’ye Yeni İnsan Yayınevi tarafından kazandırıldı. Mutlaka okunması gereken bir başucu kitabı. Deneault kitapta, vasatlığın iktidarı ele geçirme süreciyle ilgili analizlere girişiyor.

Deneault, vasatlığın ne anlama geldiğini, onun nelere yol açtığını ve bu kadar makbul hâle nasıl geldiğini anlatmaya çalışırken önemli bir soru ve ona vermeye uğraştığı yanıtlarla koyuluyor yola: “Vasat bir insanın başlıca becerisi nedir? Diğer vasatı tanımasıdır. Beraber birilerine yağ çekerler, iyiliklerinin karşılıksız kalmamasına dikkat ederler ve benzerlerini kendilerine çekmenin yollarını çabucak buldukları için büyüyen bir topluluğun iktidarını kurarlar. Gerçekten önemli olan, aptallıktan uzak durmak değil onun güç imgeleriyle süslenmesini sağlamaktır.”

Kardeşleri sakillik, aptallık, yüzeysellik ve pragmatizmle beraber yol alan vasatlık; ortalamanın üstünlüğü diye tanımlanabilir. Vasat insan, ne zaman ve nerede bulunacağını, kime selam vermesi gerektiğini bilen kişi olarak öne çıkar. Deneault, vasatlığın iktidarının “yetke verilmiş ortalama” olduğunu söylüyor: “Vasatlık iktidarı, öyle bir düzen kurar ki orada artık ortalama, bizim mevcut durumu kavramamıza olanak sağlayan soyut bir sentez değil, uymak zorunda olduğumuz ölçüttür.”

Deneault’ya göre emeğin bölünmesi, emeğe karşı geliştirilen kayıtsızlık, tüketim kültürü, popülizm, düşünme tembelliği ve yalnızca yapmaya odaklanma vasatlığın iktidarını güçlendirdi, güçlendirmeye devam ediyor. Bilgi sahibi olmayan ya da bilgi olmayanı bilgiymiş gibi satan “uzmanlar” ve birey yerine kitle isteyen politikacılar ise bu çarkı daha hızlı döndürüyor. Özgüveni hayli yüksek ve kendisinin çok bilgili olduğunu düşünen vasat insanların, kendi sıradanlıklarını fark etmemesi de süreci daha trajikomik hâle getiriyor. Ne kadar tanıdık geldi değil mi? Her akşam bilmem ne uzmanı, bilmem ne analisti olarak sözde haber kanallarında boy gösteren 20-30 kişilik kadrolu her b.kologları da hatırlattı sizlere değil mi? Bir hafta önce deprem konusunda ahkam kesen bu her b.kologlar sonraki hafta Suriye iç savaşı hakkında çok derin analizler yapabiliyor ve hatta bitti mi bitmedi tıpkı geçmişin vapurlarda ıvır zıvır satan efsane işportacısı Burhan Pazarlama gibi sonraki hafta da ceplerinden enfeksiyon uzmanı diplomalarını çıkartarak covid-19 hakkında saatlerce kafa ütüleyebilirler. 

Satın almanın, gösteriş yapmanın, kültürlü ve bilgili görünmenin esas olduğu vasatlığın iktidarı, Deneault’nun deyişiyle ruhsal değil, ekonomik zenginliği her şeyin önüne koymaya dayanıyor. Bu da tanıdık değil mi? Son 20 yılda iktidara sırtını dayayarak zenginleşen alnı secde gören delikanlıların, türbanlı bacıların instagramda, twitterda ifşa ettikleri 4x4’lerinin içinde pudra şekeri partileri, ya da 40 günlük bebeğe mevlidinde tektaş takmalarını hatırladınız değil mi? 

Buraya kadar saydıklarımız vasat ve vasatın altındaki kişiler, zümreler ancak bu vasatlaşma durumu ülkenin entelektüellerini de etkiliyorsa orada tehlike çanları çalıyor demektir. 

Halktan kopuk olmayalım mantığıyla kitlelerin kuyrukçusu olan Fazıllar, Bedriler,  kitlelerin bile gerisine düştüler. İktidarın her okumuşu, beyaz yakalıyı Jakoben olarak suçlamasına karşın bu entelektüel zevatta Jakoben olmayacağız kaygıyla kahvehanede futbol konuşan amcanın ağzıyla twit atıyorlar. Evet, futbol hakkında da fikrin olabilir, konuyu Eduardo Galeano veya Simon Kuper gibi ele alırsan başım gözüm üstüne ama Erman Toroğlu gibi ele alıyorsan o zaman o piyanoyu, o fırçayı, o kalemi de bırak elinden çünkü çok sakil duruyor…